Her yıl olduğu gibi bu yıl da -henüz elimiz ayağımız tutar iken- çok merak ettiğimiz ve pek bilinmeyen coğrafyalardaki ülkelere gezi yaptık ve iki yıl önce yaptığımız “Fransız Indochine (Vietnam, Kamboçya, Laos)” bölgesi gezisinin tamamlayıcısı olarak “İngiliz kolonyal bölgesine (Myanmar, Tayland) gittik. Belçika üzerinden, oldukça uygun fiyata.
Gördüğüm çok farklı özellikleri, ilginç olayları, anlaşılması güç yaşam şekillerini, yaşam felsefesini, insan ilişkilerini, tarih, olağanüstü doğa ve zorlukları yazacak, çektiğimiz beş bin fotoğrafı yayınlayacak değilim. Bu ayrı bir çalışmamın konusu. Burada özellikle, daha önce gezdiğimiz Haiti, Dominik, Meksika, Kosta Rika, Nikaragua, Kuzey ve Batı Afrika ülkeleri gibi ülkeleri de hatırlayarak “sağlık sistemleri” üzerinde biraz durmak ve bu ülkelerin bendeki genel etkilerini aktarmak istiyorum. Savaşlardan, işgallerden, katliamlardan, doğal afetlerden, “afyon”dan ve fuhuştan çok çekmiş, ağır kayıplara ve tahribata uğramış bu bölge sürekli gülümseyen ve rahatsız edecek derecede nazik ve saygılı olan, çok düşük ücretlerle ağır şartlarda çalışan, “dilenmeyen, dilenciliğe şiddetle karşı çıkan”, umut dolu insanlarıyla, tüm kolonyal saldırılara ve tahriplere karşın hâlâ ayakta duran muhteşem yapıları ve eserleriyle, henüz insanlar tarafından tamamen bozulamamış verimli, olağanüstü doğasıyla insanı şaşırtıyor, heyecanlandırıyor, düşündürüyor. Felsefeleri ve inançları da, öğretileri düşünme ve dersleri uygulama.
Özellikle 52 milyonluk Myanmar, henüz üç yıl önce (2 Mayıs 2008) ülkenin haritasını değiştirecek kadar tahribata ve 80 bin kişinin ölümü, 56 bin kişinin kaybolmasına neden olan Nargis Kasırgası’nı yaşamış ve ülkenin siyasi dinamikleri nedeniyle yardım alamamış olmalarına, yoksulluklarına, sıkıntılarına rağmen ülke insanlarının güler yüzlülüğü, nezaketi, becerikliliği ve çalışkanlıkları insanı etkiliyor. Bu özellik yüzlerce etnik farklılık, dil ve dinin yaşadığı ülkenin tüm bölgelerinde ve topluluklarında aynı. Ancak halkının olumlu özelliklerine, doğanın verimliliğine, yağmur ve güneşin bolluğuna, yer altı zenginliklerinin ve doğal gazın bulunmasına, denizlerin verimliliğine, muhteşem tarihi zenginlikler ve yapılara karşın bu ülkenin yoksulluğu, teknolojiden ve çağdaş yaşamdan uzaklığı insanı şaşırtıyor ve ilk izlenimler olumsuz ön yargılara dönüşüyor. Başkent Yangon’da 2.500 yıllık, altın plakaları, 1.100 elması ve tepesinde bulunan 76 kratlık elmasıyla muhteşem Schwedagon Pagodası olmasına karşın, ücretsiz sağlık sistemi ve sağlık güvencesi yok ve ancak parası olabilenler hastaneye (kamu hastaneleri dâhil) gidebiliyorlar. Parası olmayanlar doğal otlarla, geleneksel tedavi yöntemleriyle sağlık bulmaya çalışıyorlar. Bunun da başarılı olmadığı Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) kayıtlarına göre yaşam ortalamasının 60.4 (erkek) ve 62.1(kadın), infant mortalitesinin bin canlı doğumda 60 (bu oran Tayland’da yüzde 16), maternal mortalite oranının her yüz bin canlı doğumda 180 (bu oran Tayland’da yüz binde sadece 14), düşük doğum ağırlıklı yenidoğan oranının yüzde 35.5 (bu oran Tayland’da yüzde 8,86) olması, sıtma, hepatit, tbc gibi hastalıkların yaygınlığı, tütün ve uyuşturucu bağımlılığı gibi durumlar göz önüne alındığında rahatlıkla görülebiliyor. Sekiz milyonluk başkentte en iyi okul olarak (rehberin söylediği) “generallerin ve yüksek yöneticilerin” çocuklarının devam ettiği okulun bir Türk okulu (Horizon) olması insanı şaşırtıyor (ya da şaşırtmıyor). UNESCO kayıtlarına göre 2.229 tapınak ve tarihi yapının bulunduğu olağanüstü, bir dünya harikası olan Bagan bölgesi olan bir ülkede Nargis Kasırgası sonrası halktan toplanan bağışlarla “Monk”lar tarafından yaptırılan hastanenin “doktor olmadığı” için çalışmamasını, Belçika Antwerp Üniversitesinden gelen 18 kişilik sağlık ekibinin bir hafta süreyle binlerce hastaya bakması ve ekibin geri dönmesi sonrası hastanenin yeniden işlevsiz hale gelmesini insan anlayamıyor. Altmış milyona yaklaşan bir ülkede kalp cerrahisinin yapılabildiği sadece üç hastanenin olmasını ve tüm ülkede yılda sadece 250 kalp ameliyatının yapılabilmesini ve bunların da önemli bir kısmının Brüksel Üniversitesinden zaman zaman gelen cerrahi ekiplerce yapılmasını, güleryüzlü, çalışkan, elektriksiz hayatlarını sürdürmeye çalışan Inle Gölü köylülerinin, Intha halkının, diğer kırsal alan insanlarının ilaçsız, tedavisiz, “kaderine razı” yaşama mahkûm olmalarını insan kabullenemiyor.
Anlatacak çok şey var, yer yeterli gelmedi. Kamboçya’da da sağlık ve yaşam şartları son derece kötü, hem de dünyanın en önemli harikalarından biri “Angkor Wat ve Anghor Thon”a sahip olmalarına rağmen. Tayland”da “malum sektör” son derece gelişmiş ve gelir sağlıyor. Her taraf gökdelen ve “her şey” serbest. Vietnam insanları deliler gibi çalışıyor. Büyüme hızları hormonsuz yüzde 12. Hâlâ savaş travmasını atamamışlar, ancak sağlık ücretsiz ve devlet güvencesinde.
Bilimin, teknolojin ve yeterli, nitelikli “ehil” elemanın olmadığı sürece güçlü olabilmek, bölgede ve dünyada etkin olabilmek ve hatta varlığını sürdürebilmek mümkün değildir. Elinde hesapsız paran olsun alırlar, silahlı gücün olsun vatanını savunanlara karşı etkisizdir, silahlar sana çevrilir, istediğin kıvamda ve lezzette hukuk sistemin olsun, gün gelir “adaleti” aramak zorunda kalırsın, diktatörlük kur kaçacak delik, ülke ararsın. Tarih milyonlarca kez bunu gösterdi. Gezilerimde bunu bütün somut örnekleriyle gördüm. Hiçbir ticari, siyasi ve askeri kişi başka bir ülkeye o ülkenin gelişmesi için gitmez. Kaynakları sömürür, alır götürür ve “işgal ettiği” ülkenin gelişmesini, ilişkilerini kontrol altında tutar. Çağımızın karmaşık ilişkilerini doğru yorumlayamayan, bilimi, bilgiyi dışlayan, etik davranış, dürüstlük, bilgi, adalet, araştırma, yeterlilik kavramlarını ortadan kaldıran ülkeler sürünmeye ve yitirmeye mahkûmdurlar. Hele sağlık sisteminin geri dönüşsüz bozulması, tamamen ticarileştirilmesi son derece ağır hasar verir. Bir ülke düşünün ve bu ülkede yaşayan herkes o ülkenin iktidar partisinin üyesi olsun ve o ülkede bilim, beceri, adalet, bilgi, yeterlilik, araştırma, üretim ve muhalefet yok olsun. İktidar herkesi nasıl besleyecek, nasıl iş bulacak, yaşam standartlarını nasıl yükseltecek? Afrika’daki bazı ülkeler gibi kendi ülkelerini sömüren, kaynaklarını gaspeden, insanlarını etnik, dini, bölgesel ayrımlarla bölüp savaştıran ülkeler “yardım” göndersin, süttozu versinler, çocuklarımız kitleler halinde açlıktan ve hastalıktan ölmesinler diye dilenerek mi…