Namaz naslarla ve icma ile sabit olan bir İBADETTİR. Buradaki icma ümmetin tahkimat kabilinden ortak aklı olan bir icmadır. Bu tür icmalar, İslam dininin ve İslam dünyasının, değişmez sabitelerini, kıyamete kadar değişmez ve değiştirilemez ana ilkelerini oluşturur. Bu tür icmalar üzerinde hiç bir ihtilaf yoktur. Bunlar, Müslümanların genel geçer temel ilkeleridir.
Bunun için namazın farziyeti konusunda hiçbir ihtilaf da bulunmamaktadır. Bundan dolayı namaz için dinin ana direği kavramı kullanılmıştır. Desene iki rekâtlık namaz dünyaya bedeldir. Ama namaz kılmak var, namaz kılmak var. Namaz kılan, Allah (cc) ile doğrudan ilişkiye geçmiştir. Namaz kılmak demek, Allah ile kul arasına canlı veya cansız hiçbir put sokmamak demektir. Bunun için namaz, doğrudan Allah ile irtibata geçmektir. Desene gündüz ve geceler, namazın iklimidir. Namaz, adeta her insanın günlük yaşamında manevi dünyasının benzini ve elektrik şazıdır.
Sabah alınan maddi ve manevi gıda misali, sabah hem daha sağlam kahvaltı yapılır, hem de daha uzun süre okunur. Öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları da maddi ve manevi gıda merkezleridir. Hayatta olduğu gibi namazda da ikişerlilik kanunu vardır. Namazda bir şekil yani fizik, bir de öz vardır. Namazda okunan ayetlerin manaları, vicdanımızı yıkar. Desene yıkadıktan sonra da durulamak gerekir. Yoksa kulluk projemiz, ruhsuz ceset gibi ölüdür. Bunun için tüm ibadetlerde şekil ve mana ilişkisi önemli bir konudur. Namaz sadece belli lafızların tekrarından ibaret değildir.
Namazdaki saf düzeni, hak ve hukuk önünde eşitliğinin pratik uygulamasıdır. Namaz, mana ve lafızların bir bütünüdür. Namazda, manasız kelimeler tekrarlatılmaz. Manası olmayan namazlar, fiziğin ötesinde çoğu kez bireye ve topluma fayda vermeyebilir. Namazda, insanları toplum içerisinde her türlü hukuksuzluk ve fuhşiyattan alıkoyma vadi vardır. Portakalın kabuğunu yiyip portakal yedim denilmediği gibi manasız lafızların tekrarı da projenin amacından sapmadır. Bunun için namazla ilgili toplumda gençlere yönelik çok ciddi projelere ihtiyaç bulunmaktadır.
Öyle ki Allah (cc) ile kullar arasında ciddi bir rabıtanın kurulması gerekmektedir. Madde ile mana, beden ile ruh takviye edilmelidir. Çünkü namaz, makamı ilahide buluşma anıdır. Namaz, hak divana varış zamanıdır. Sevenlerin kavuşma anıdır. Dertlerin rahmana sunuş anıdır. Namaz, kulunu makamında kabul anıdır. Kul olmanın aczini sunum anıdır. Namaz, belli ki Allah’a miraç anıdır. Manevi şarjın dolum vaktidir. Desene şarjsız telefon hiç çalışır mı? Ağlamayan kalbe, hiç kalp denir mi? Allah demeyen kalp hiç uyanır mı?
Namaz özgürlüktür. Kıble artı, müminler eksi bir kutuptur. Namazda kâbe bizi kendi yönüne döndürür. Desene Kâbe’de kıble arayanların vay haline. Ama Kâbe tahta cisimleri hiç çeker mi? Namazda bütün yürekler ve bedenler kıbleye yönelir. Namazda bütün alınlar, secdeye kapanır. Sadece bedeni değil, yürek de (niyet) Kâbe’ye çevrilir. Yüzünde secde izleri görülen gençler. Seccadesiyle gezen yiğitler. Derdine derman arayan gençler. Manevi dünyasını sulayan gençler. Haydin namaza, haydin kurtuluşa. Koş kardeşim Kâbe’ye gel, Camiye gel.
Namaz, Lokman hekim gibi divana varmak, kolların huzurunda bağlamak, makamında rükû ve secdesiyle kapanmak, kulluğunu tastık ettirmek en büyük şereftir bunu bilesin. Tabi hiç gece ile gündüz bir olur mu? Hiç ölü ile diri bir olur mu? Namaz, beş vakittir. Üç vakit tartışmaları istisnai bir durumdur. İstisnalar genelleştirilemez.
Bugün namazlardaki cem durumu tartışılmaktadır. Öyle ki azimet ve ruhsat alanı önemli usuli bir konudur. Mezhepler arasında bu konuda farklılık bulunmaktadır. Hanefiler genellikle Arafat’ta öğle ve ikindi cemi takdim, Müzdelife’de ise akşam ve yatsı namazını, yatsı vaktinde cemi tehir olarak kılarlar. Bunun dışında namazların cem olayına müspet bakmazlar. Diğer mezhepler ise bu konuda ruhsat alanını daha geniş tutarlar. Yolculuk, yağmur, düşman korkusu gibi pek çok meselede namazların cemine müspet bakarlar. Cahiller de Mezhepler arasındaki bu içtihat farklılığını tefrika sebebi yaparlar. Ancak ibadetlerdeki hukuk birliği aynen yasa birliği gibidir. Diyanet gibi üst heyet, pek çok meselede diğer mezheplerin görüşlerini dikkate alarak ortak akılla yeni düzenlemelere imkân verebilir.
Devlet idaresindeki önemli görevlerde bulunan memurların ve akşama kadar tarlasında çalışan emekçilerin, cem edilebilecek namazlarda mazeretleri dikkate alınarak ruhsat ilkelerinin belirlenmesinde mezheplerin ilgili görüşleri doğrultusunda değerlendirmeye açık bir konulardır. Unutmayın ki bir kimse mazeretinde ne kendisini ne de rabbini kandıramaz. (NAMAZ HAYATI DİSİPLİNE EDER. NAMAZDA KURAN LAFZIN TEKRARI, NAMAZDA ŞEKLİN İFASI DEĞİLDİR. KELİMEYİ ŞEHADETİ SÖYLEYEN DEĞİL ONUN MANASINA İNANAN MÜSLÜMAN OLUR)
İslâm dini birlik ve beraberliğe büyük önem vermiş, günde beş vakit namazın bir arada eda edilmesini teşvik etmiştir. Haftada bir cuma namazı ve yılda iki kez olan bayram namazlarının topluca kılınması gerekli görülmüştür. Bu ibadetler, müminlerin görüşüp kaynaşmalarına, birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışmalarına vesile olmak gibi sosyal bir anlam taşımaktadır. Bu bakımdan cemaatle namaz esprisi, oluşturulmak istenen birlik ruhunun hem bir göstergesi ve hem de o birlik ruhunun pekiştiricisi ve devam ettiricisi olmaktadır.
Erkeklerin cemaate katılmaları konusunda herhangi bir ihtilaf bulunmazken; kadınların bu sosyal içerikli ibadetlere katılmalarının gerekli olup olmadığı tartışmalıdır. Kur’ân-ı Kerimde; “ şüphesiz namaz, müminlere, vakitleri belirlenmiş olarak farz kılınmıştır” (Nisa 4/103) buyurulur. Namaz emri, diğer pek çok ayette ise “namazı kılın ve zekatı verin..” ( Bakara 2/238) şeklinde geçmektedir. Savaş durumunda dahi cemaatle namazın, normal kılınış biçiminin dışında farklı bir şekilde kılınması, cemaate verilen önemi göstermektedir.
Hz. Peygamber (sav) cemaatle namazı teşvik için; “cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir”, başka bir rivayette ise “yirmi beş derece daha faziletlidir” (Buhârî, Ezan, 30) buyurmuştur. Peygamberimiz (sav), cemaat namazlarına katılmanın sorumluluğunu teyit için de şöyle buyurmuştur: Bu hadis Ebû Hüreyre’den nakledilmiştir: “İçimden şöyle bir düşünce geçiyor. Odun toplanmasını emredeyim, odunlar bir yere yığılsın. Sonra namaz kılınmasını emredeyim, ezan okunsun. Ardından bir adama cemaate imam olmasına emredeyim; ben de cemaate gelmeyen adamların evlerine gidip, onlar içindeyken evlerini yakayım.”(Muvatta, Cemaat, 3) Cemaatle namaz, içerdiği yardımlaşma, dayanışma, kaynaşma, düzen ve disiplin anlamı nedeniyle İslâm’ın bir şiarı ve sembolü haline gelmiş ve vazgeçilmez bir uygulama olarak böylece devam etmiştir.
Cemaate teşvik konusunda pek çok hadis bulunmaktadır. Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanlar ilk safın sevabını bilselerdi, ön safta durabilmek için kura çekmekten başka yol bulamazlardı. Namazı ilk vaktinde kılmanın sevabını bilselerdi bunun için yarışırlardı. Yatsı namazı ile sabah namazının faziletini bilselerdi, emekleyerek de olsa bu namazları cemaatle kılmaya gelirlerdi.” (Buhârî, Ezân, 9)
Cemaat sadece sadece cami cemaatidir. Cami dışındaki cemaat anlayışına Peygamber döneminde rastlamıyoruz. Nitekim de bu tip cemaat yapılanmaları genellikle toplumda bölücülüğe sebep olmuştur. İslam’ın farz namazları cemaatle kılmak Hanefi ve Mâlikilere göre gücü yeten ve akıllı erkekler için sünneti müekkede kabul edilmiştir. Şâfiîlere göre farz namazlar için cemaate devam farz-ı kifayedir. Hanbelîlere göre ise cemaatle namaz kılmak farz-ı ayındır. İslâm fıkıh ekolleri, yukarıdaki naslar ışığında cemaatle namaza katılma konusunda kadınların erkeklerden farklı hükümlere tabi tutmuşlardır. Gerekçe olarak da genellikle yukarıdaki özel düzenlemeler yanında kadınların fitneye sebep olma durumunu göstermişlerdir.
Cemaatten geri kalmayı gerektirecek meşru mazeretler, şiddetli yağmur, kar, fırtına, şiddetli karanlık, şiddetli soğuk, tecavüz korkusu, yürümeye mani olan hastalık, topallık, aşırı ihtiyarlık, abdest bozma sıkıntısı, gönlünün çektiği yemeğin hazırlanmış olması gibi pek çok ruhsat alanı sayılmıştır. Bu meşru mazeretler, İslâm fıkıh usulünde genellikle semavi ve müktesep arızalar kapsamında değerlendirilmiştir. Bu arızalar, fiil ehliyetini bazen daraltıp bazen da ortadan kaldırmaktadır. (HER MEYVENİN BİR KABUĞU BİR DE ÖZÜ VARDIR. İBADET ŞEKİLDE KALMIŞ, MANA TERK EDİLMİŞSE İNSANI İSLAH ETMEZ, YOZLAŞTIRIR. NAMAZDA KURAN, LAFIZLARIN MUSİKİYE TATBİKİ DEĞİLDİR.)
Saygılarımla.