Yaygın iddiaya göre Türkiye’nin yönetim krizi liyakatli insanların işbaşına gelmemesi yüzünden çıkmaktadır. Bu iddianın iki açmazı vardır. Birincisi sistem krizi ile yönetim krizinin birbirine karıştırılması, ikincisi ise liyakatin ahlak, cesaret ve hamiyetten soyutlanmasıdır.
Jurgen Habermas günümüz yönetim krizlerinin siyasi aktörlerle ilgili değil, sistemle ilgili olduğunu söyler. Günümüz insanlığı devrimsel bir değişim sürecinden geçmektedir. Değişim, enformasyon devrimi olarak adlandırılmaktadır. Zamanın ruhu ve toplumsal habitusun değiştiği ortamda kimin yönetici olduğunun pek önemi kalmamıştır. Genel bir fetret durum söz konusudur.
Liyakat konusu sığ bir şekilde sorunsallaştırılmaktadır. Konu, Fransa’da 18.yy’ın sonlarında Saint Simon tarafından “toplum mühendisliği” olarak gündeme getirilmişti. Simon’a göre toplum işletmeye benzer. İşletme gibi yönetilmelidir. Her şey mühendislik maharetiyle planlanmalıdır. Yöneticiler de endüstri mühendisi gibi olmalıdır. Nazi ve Sovyet uygulamalarıyla anlaşıldı ki toplum işletme gibi yönetilemez. Bu, demokratik de olmaz. Nitekim Nazi rejiminde insanlık suçu işleyen sorumlular belki çağının en iyi eğitim almış meslek sahiplerinden oluşmaktaydı. Ama onların liyakatleri kötülük yapmalarına engel olmadı. Bu görüş 3. Dünya Ülke aydınları ile mühendis ve fen bilimcileri tarafından halen savunulmaktadır.
Yanlış ekonomi politikalarıyla yönettikleri ülkeleri batıran, savaşlara sürükleyen yöneticilerin liyakatsiz oldukları doğru değildir. Yani liyakat yetmez, ahlak da gereklidir. Hatta Ahlak liyakatten daha önemli olmalıdır. Çünkü liyakatsizlik okulla, eğitimle giderilebilir. Ama bir bozulma ve yozlaşma olan ahlaksızlık okulla, eğitimle düzeltilemez. Hatta ahlaksız yöneticinin liyakatli olması toplum için bir tehdittir.
Carl Schmitt siyaseti kendine mahsus kuralları olan ayrı bir kulvar olarak betimler. Ona göre siyasetin en büyük sermayesi husumettir. Vasıtaları ise güç ve kurnazlıktır. Foucault ise siyaseti karşılıklı tahakküm etme oyununa benzetir. Bilgi ve liyakati bu tahakküm oyunun sermayesi olarak tanımlar. İkisi de siyaseti kategorik olarak reddetmez. Ama bu oyuna giren, niyeti ister şeytana isterse ideallere hizmet olsun, oyunun kurallarını bilmelidir. Aksi halde oyundan refüze edilmesi kaçınılmazdır. Siyasetin arkeolojik kazısını derinleştirdiğimizde Makyavel ile karşılaşırız. Bu kertede siyaseti liyakate indirgemek şeytanın organize ettiği kötülük liginde top koşturmak demektir. Bu ligde eğri ile doğru birbirine karışmıştır. Onlar şike yaparlar ama rakiplerini şike yapmakla suçlarlar, darbe yaparlar ama devirmeye çalıştıkları kişiyi darbe yapmakla itham ederler, yolsuzluk yaparlar ama savcıyı rakiplerinin üstüne yolsuzluk iddiasıyla gönderirler, hazineyi batırırlar ama sorumluluğu konjonktüre havale ederler. Onlar yağmurun yağması ve güneşin doğması dahil memlekette gerçekleşen her iyiliği kendilerine, bütün kötülükleri ise başkalarına yazarlar. Ahlak çok önemlidir. Ahlaksız yöneticilik şeytana adam olmak demektir. Ne var ki refüze olmamak adına şeytanın bütün hilelerini bilmeli, hatta ona öğrenci olmalı, ta ki onun hilelerini onun adamlarına karşı kullanabilsin. Bu ise “..yeter ki milletim sağ olsun cehenneme girmeye razıyım.” diyebilecek yürekli insanları gerektirir. Demek ki yöneticilik korkak ve menfaatperestlerin işi olmamalı.
Bilmek gerekir ki siyasetle idarecilik aynı şey değildir. Siyaset karar alıcılıkla, toplumun önüne çıkmakla, toplumsal dengeleri yönetmekle, idarecilik ise mevzuatın çizdiği sınırlar içinde siyasetçinin verdiği kararları icra etmekle ilgilidir. İdareci kanun adamıdır. Binaenaleyh liyakat savunusu belki idareci için yüceltilebilir. Bana kalırsa ahlak yine ilk sırada yer almalıdır. Çünkü profesyonel idareci aynı zamanda işi yapmamanın, işleri yokuşa sürmesinin her türlü yolunu bilen kişidir. Yani liyakat işi bürokrasiye boğarak işi yapmamanın bir gerekçesi yapılabilir.
Liyakat sorunsallaştırmasını “..memleketin yönetim sorunu namuslu ve liyakatli adamlarla çözülebilir..” diye düzeltmek gerekir. Bu denklemde liyakatin üstü çizilmeden, namusun altı çizilmelidir. Nitekim yöneticilerin faydalı işler yaptıkları dönem ustalık dönemleri değil, amatör oldukları dönemdir. İyi ve liyakatli yöneticinin başı beladan eksik olmaz. Dostu az, düşmanı çok olur. Adil ve başarılı yönetimin timsali Hz. Ömer yatağında ölmemiştir! İyi ve başarılı yöneticilerin çocuklarına kahırdan başka bir şey kalmamıştır! Namuslu adam arkadan itilmemişse yönetime talip olmamıştır! Yönetici olmak için kulis yapmamıştır! Kendisi yönetici yapılmadı diye fitne fesat çıkarmamıştır! Yönetimdeyken alternatiflerini yok etmemiş, aksine çoğaltmıştır. Emaneti bir an önce ehillere devrederek sorumluluktan kurtulmak için can atmıştır.
Namussuz liyakatlilerden Allaha sığınmak, ama liyakatsiz namuslulara da emaneti vermemek gerekir.