Covid-19 pandemisi dünyayı sarstı. Korona günlüklerine, salgına yakalananların ve ölenlerin genelde güçsüz, bağışıklık sistemi zayıf, kronik hastalığı olan (ki genelde yaşlıların), beslenme ve hijyen sorunu yaşayan yoksullar olduğu notu düşülmüştür. Zira koronavirüs, insanı yok etme mücadelesinde din, dil, ırk ayrımı gözetmezken; güçsüz, yaşlı, yoksul ve bakıma muhtaç olanları kolayca alt etmiştir. Bu yüzyılın başında yaşanan bu ölümcül kriz, bana, Shohei Imamura’nın 1983 Cannes Altın Palmiye en iyi yönetmen ödülünü aldığı “Narayama Ağıtı” filmini hatırlattı. Bu filmde, 19. yüzyılın sonlarında Narayama Dağı’nın eteğindeki ıssız küçük bir köyde yaşanan acımasız bir gelenek anlatılır; aşırı yoksullukla başa çıkabilmek 70’ine gelen ihtiyarlar, aileleri tarafından dağın doruğuna taşınıp ölsünler diye orada terk edilmektedirler.
Bilim insanları, dünyamızın katlanarak artan nüfusunu beslemede ve kıtlıkla mücadelede, özverili çalışmalar ve gelişmeler kaydederken, pandemi krizinin yönetmeni ve başrol oyuncusu Covid-19, Narayama Dağı öyküsünde olduğu gibi bir uzak doğu coğrafyasında başlayarak üretemeyenleri, tüketenleri, zayıfları, yoksulları (kısacası yaşlıları) hedef alarak acımasızca bir kıyıma girişmiştir.
Tüm ülkelerin iştirak ettiği komplo teorilerine bir yenisini de ben ekleyeyim. Yapay zeka ve robotlar dünyası dediğimiz bu yüzyıla, damgasını vuran teknoloji devleri, laboratuvarda ürettiği Covid-19 ile gelişime ayak uyduramayan ve genelde tüketici olan X kuşağını ortadan kaldırarak hem kıtlığa ve açlığa çözüm üretmeyi hem de dijital teknoloji ve iletişimi kullanan Z kuşağı ile yeni dünyalara ışınlanmayı hedeflemektedir.
Covid-19 pandemisine yönelik yapılan gözlem ve araştırmalara göre, kırılgan gruplar yoksullar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar olarak belirlenmiştir. Dolayısıyla DSÖ ve SB’nin pandemi mücadelesinde hedef kitlesini, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar oluşturmuştur.
Batı ve Doğu kültüründe yaşlıya yaklaşım farklılıklar gösterir. Batı, yaşlıya daha kurumsal ve profesyonel yaklaşırken Batıdan Doğuya gidildikçe- ataya, büyüğe saygı, sevgi ,aidiyet ve vefa duygularını barındıran- manevi tutumun kurumsal ve hatta profesyonel yaklaşımlardan daha ön planda olduğu görülür. Anadolu kültüründe var olan bu güzel duygular ve tutum, yaşlının Covid-19 pandemisini atlatmasında bazen destek ve kolaylaştırıcı olurken bazen de bilimsel ve profesyonel yaklaşımları zora sokmuştur.
COVID-19 pandemisi, dolaşım ve solunum sistemi hastalığı olan ve bağışıklık sistemi zayıflamış bireylerin özel olarak korunmaları gerektiğini düşündürmüştür. Ülkemizde, mart ayından itibaren riskli bölgelerde insanlara ve gruplara belli sürelerle karantina uygulandı. “Evde kal,hayatta kal” uyarıları Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığınca sık sık hatırlatıldı. 20 yaş ve altı, 65 yaş ve üstüne, kronik hastalığı olan bireylere, hastalıktan korunmaları amacıyla sokağa çıkma yasağı getirildi. Bu süreçte yediden yetmişe herkese maske, mesafe ve hijyen kurallarına uyma yükümlülüğü getirildi. Daha sonra çalışan / çalışmayan genç ve yetişkinlerin sokağa çıkma kısıtlaması kaldırıldı, yaşlılar ve küçüklerin belli günlerde ve saatlerde yürüyüş mesafesinde sokağa çıkma izinleri ile yasak yumuşatıldı.
Başka bir deyişle, Türkiye salgının başlangıcında baskılama stratejisi uygulama izlenimi vermesine karşın daha sonra diğer batılı ülkeler gibi etkisini azaltma stratejisine dönmüş, 20-64 yaş grubunun çalışmasını sağlayarak sınıfsal bağışıklama eğilimi göstermiştir. Ayrıca, normalleşme sürecinde ise ipin ucu kaçmış, geleneksel yaşam tarzımızın vazgeçilmezleri olan; düğünler, cenazeler, bayramlar, toplu ibadetler ve asker uğurlamalarındaki sevgi, heyecan ve keder selinin samimi -bilinçsizce- paylaşımları ile mücadelede başladığı noktaya geri dönmüştür.
DSÖ ve SB verilerine göre, ölüm oranlarının yaşlı ve kronik hastalığı olanlarda daha yüksek olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bu salgının hedefindeki yaşlının, risk analizini yaparak bazı önerilerde bulunalım:
TÜİK verilerine göre, Türkiye’de doğuşta beklenen yaşam süresi ortalama 78 yıl olarak hesaplandı. Türkiye’de 65 yaşında olan bir kişinin kalan yaşam süresi ortalama 18 yıl olarak kayıtlara geçti (TUİK, 18). Başka bir deyişle, yaşlımızın koronavirüsle karşılaşmasını önleyemezsek -ortalama 18 yıl daha- sevdikleri ile bir arada yaşamasını sağlayamamış olacağız.
Ülkemizde ölüm nedenleri arasında kardiyovasküler hastalıklar birinci sırada yer alırken ölümlerin yarıya yakını 75 yaş üzeri kişilerde ortaya çıkmaktadır. Hipertansiyon, diyabet ve koroner arter hastalığı eşlik eden hastalıklar arasında ilk üç sırayı kapsamaktadır. Covid-19’la mücadele sürecinde bu grup yaşlılar birebir takip edilmeli, tedavi ve bakımları yeniden planlanmalıdır.
Ölüm hızının en yüksek olduğu büyük şehirlerimiz yanı sıra, en yaşlı nüfusun bulunduğu Tunceli, Giresun ve Gümüşhane illeri Covid-19 riski açısından öncelikli ele alınacak yerler arasındadır.
Tütün mamulü kullanan yaşlı nüfus oranı %8 olup bu oran kardiyovasküler hastalığı bulunan ve Covid-19 yakalanma riski olan yaşlılar açısından önemlidir. Yeşilay’ın, bu grupla birebir ilgilenmesi gerekir.
Günümüzde açlık sınırı asgari ücretin üç misline dayanmıştır. Her dört yaşlıdan üçü emekli ve dul-yetim aylığından yararlanmaktadır. Verilen ücret yeterli değildir. Yararlanamayan yaşlılar için, risk daha da fazla olup özel olarak bu grup koruma altına alınmalıdır.
Her yüz yaşlıdan 10’u çalışıyor (2014, TÜIK). Çalışan yaşlı grup, Covid-19 pandemi önlemleri nedeniyle işinden olmuş, dolayısıyla karantina ve geçim derdi psikososyal sağlığında bozulma riskini arttırmıştır.
Yaşlı nüfusun dörtte biri okuma yazma bilmiyor, yarıya yakını ise ilkokul mezunu olup yüz yaşlıdan 5’i yükseköğrenim mezunudur (2013, TUIK.) Bu süreçte; eğitimsiz, ilkokul mezunu ve yalnız yaşayan yaşlının televizyon ve sosyal medya aracılığı ile yapılan bilgilendirmeleri takip etmesinin ya da akıllı telefonla sağlık, sosyal, finansal işlerini yönetmesinin oldukça zor olacağı yadsınılamaz. Bu grup, kırılgan grup yaşlılar olup özel bakım ve ilgi gösterilmelidir.
Yaşlıların dörtte üçünün mutluluk kaynağı aileleri olup yüz yaşlıdan 12’si ise ailelerine yük olduğunu düşünmektedir. Pandemi sürecinde aileden uzak olan ya da çocukları ve yakınları tarafından ziyaret edilemeyen, telefon ve internet kullanamayan bu grup yaşlının psikolojik iyilik hali riske girmiştir.
Yaşam kalitesi; fiziksel,fonksiyonel, emosyonel ve sosyal faktörlerin kombinasyonundan oluşan bir iyilik halidir. Yaşlılarımızın gelir düzeyi ve sağlık durumu, boş zamanı değerlendirmesi, akraba ve arkadaş ilişkileri iyi oldukça yaşam doyumunun arttığı görülmüştür. 15 yaş üstü nüfusla görüşülerek gerçekleştirilen “Hayat Tarzları 2018” adlı bir araştırmada; televizyon seyretme, ibadet, eş-dost ziyareti ve gezme en fazla belirtilen faaliyetler olmuştur .Özellikle 65 yaş üstüne “Evde kal, Hayatta kal” karantina uygulaması ibadet, eş dost ziyareti ve gezme etkinliğini kısıtlayarak yaşlının fiziksel ve sosyal işlevlerini olumsuz etkilemiş ve biyopsikososyal sağlığında bozulma riskini arttırmıştır.
Kısacası, yarıya yakını ilkokul mezunu olan, işlevleri yavaşlamış, bozulmuş ve yoksul olan, yaşama ilgi, istek ve enerjisi azalmış yaşlıya Covid-19 pandemisinde “evde kal / hayatta kal “dayatması biyopsikososyal sağlığında bozulma riskini daha da arttırmıştır. Kısıtlamadan daralan yaşlı, bastonuyla yada uçarı torunuyla da olsa kendini sokağa atmış, bir ergen gibi yasağı delme heyecanı yaşarken emekli maaşının iki katı cezayı da ödemek zorunda kalmıştır. Bu durum, korona günlerinde ‘kara mizah’ olarak hatırlanacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye yaşlılık çalışma verilerini güncelleyerek direk yaşlıya yaklaşımda yaşlının yaşını, cinsiyetini, sağlık düzeyini, hastalıklarını, tedavi-bakım durumlarını, sosyal güvencesini, barınma-ailede -kurumda ve yalnız yaşama durumlarını, aylık gelir durumunu, çalışma durumunu içeren bir yol haritasını çıkarmalıdır. Kapsamlı yaşlılık değerlendirmesinde yoksul, yalnız, eğitimsiz ve kronik hastalığı olan “kırılgan yaşlı” olarak tanımlanan grup mutlaka belirlenmeli ve bu süreçte birebir profesyonel-kurumsal yaklaşım sergilenmeli, aileler manevi destek için yönlendirilmeli ve eğitilmelidir.
Yaşlılarımız, Narayama Dağı öyküsünün aksine, bizim en kıymetlilerimizdir. Çocukları, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere, hepimizin onlara hem manevi hem de kurumsal ve profesyonel ilgi, özen ve bakımı göstermesi bir vefa borcudur.