Soruya yanıt vermeden önce nasıl bir kentte yaşamak istiyorumun cevabını verelim. Hepimizin hafızalarında doğduğumuz, büyüdüğümüz ve bir zamanlar yaşadığımız kentlerin siluetleri vardır, çoğu kez özlemle bahsettiğimiz. Sokaklar, mekanlar, sesler, kokular, renklerdir bunlar, bir kentin dokusunu oluşturan. En çokta özlemini çektiğimiz 2-3 katlı bahçeli evler; devasa ağaçların gölgesinde caddeler, sokaklar; nice çocuğun, gencin sınıflarında ve koridorlarında nefes alıp verdiği eski ama eskimemiş okullar; birbirinin varından yoğundan haberi olan, sevinçte tasada birleşen komşular, kadim dostlar; arkadaşlıklar askerden, okuldan veya mahalleden yıllar geçse de unutulmayan. Şimdilerde belediyeler kentlerde bir sokak, bir cadde veya boş bir alana o kentin mimari dokusunu yansıtan bir ev maketi yaparak kanımca nostalji yapmak ve yaşatmak istiyorlar. Oysa kentin mimari dokusunu yaşatmak en güzeli değil mi, hem de o kenti açık hava müzesine dönüştürmek. Tamda o kentin yerel yöneticisi belediye başkanının asli görevi.
Kentlerimizin mimari dokusunu koruyarak, kuşkusuz onları afetlere karşı güçlendirerek ya da olmuyorsa mimari dokuya uygun yenisini yaparak kentleşme çevremden duyduğum ve benimde özlemini çektiğim olgu. Ancak gerçek yaşam böyle değil ne yazık ki. En küçük kasabamızdan en büyük kentlerimize kadar hepsi birbirinin kopyası, aynı tornadan çıkmış gibi üst üste konulmuş kibrit kutularını andırır, birçoğu imar planlarına aykırı ve ilk depremde yıkılma tehlikesi olan apartmanlarla dolu. Hiçbir kentimizin mimari kimliği yok. Özgün kent mobilyası yok. Kentler içinden geçen akarsuların üzeri betonla kapatılmış, oysa Avrupa’da içinden nehir, ırmak veya dere geçmeyen başkent veya kent yok gibi. Bütün bunların sorumlusu kim. Kuşkusuz tek bir kişiyi günah keçisi ilan etmek haksızlık olur. Ama belediye başkanları yereli bilmesi gereken en önemli kişi olmaları nedeniyle baş sorumlusu bu ucube kentleşmenin. Sonrasında merkezi yönetim, mimarlar, mühendisler ve tabi ki toplum. Bahçeli evini müteahhitte vererek evinin yenileneceğini, bahçeli evde yaşamak zor düşüncesiyle apartmana geçip daha kolay bir yaşam süreceğini, belki hakkına birden fazla daire düşüp onun kirasıyla ek gelir elde edeceğini düşünen toplum.
Günümüzde ülkemizde kentleşmenin ana hatlarını yukarıda çizdik. Kuşku yok ki bu sürdürülebilir bir durum değil. Çarpık kentleşmenin yol açtığı trafik karmaşası, köylerin yok edilip kentlerde yaşanan nüfus patlaması, başta su olmak üzere doğal kaynaklarda yaşanan kısıtlılıklar, hepsinin sonucu oluşan ve daha da artarak devam edecek olan iklim krizi sürdürülebilir bir yaşamı imkansız kılacak. Bugün dur diyebilirsek bu olumsuzluklara gidişi tersine çevirebiliriz. Bireysel olarak ben ne yapabilirim denilmeden, her birimizin puzzle’ın bir paçası olduğumuzu düşünerek ve ben yoksam bir eksiğiz sorumluluğu ile bir yandan “az tüket, çok üret” mantığı ile kişisel önlemleri almaya çalışırken, bir yandan da bize betonu değil doğayı vadeden yerel yöneticileri seçerek iş işten geçmeden iyiye gidecek yola çıkabiliriz. Unutmayalım başlangıç bitirmenin yarısıdır.