İlahiyat Fakülteleri’nde yapılan eğitim-öğretimin önemi yadsınamaz. Zira kültürel ve dinî miras, modern usullerle bu kurumlarda gençlere sunulmaktadır. Bu bir anlamda, sağlıklı bir toplum oluşturma çabası çerçevesinde gençler üzerinden, geleceğe dönük temel dinamikleri kurmak demektir. Bu itibarla ilahiyatlarda vizyon ve misyonun önemi büyüktür. Çünkü bu eğitimi veren kurumların yetiştirdiği gençler, toplumun zihin değerlerinin inşa ve bekasını sağlayacak kadrolar olacağından bunların sağlıklı bir perspektif ve nitelikli bir donanımla mücehhez kılınmaları gerekmektedir.
Başka bir açıdan ise genellikle “kapalı devre” faaliyet tarzı sürdürmeleri ve müdavimlerini kısa sürede “ötekileştirici” hale getiren ve acı bir örneğini 15 Temmuz’da gördüğümüz körlüğe/ taassuba sevk eden mahfillerin böylesi problematik taraflarını gidermek adına bilinçli bir gençlik ve sağlıklı bir toplum oluşturmak için ilahiyat programlarını en uygun şekilde organize etmek icap etmektedir. Herhangi bir çevre ve algı biçiminin güdümünde olmaması gereken bu kurumlar, gençliği ve hatta bütün bir kitleyi, geniş ufuk sahibi kılmak ve muhakeme yetisi kazandırmak için ideal merkezler gibi durmaktadırlar. Buralarda oluşturulacak nitelikli müfredat ve programlarla özellikle eğitim çağındaki gençlik, donanım ve olgunluğunu arttırarak hayata atılacak ve topluma verimli neferler olarak katılmış olacaktır. Böylece gençliğin; fikri durgunluğa ve akıl tutulmasına yol açan taassuba sürüklenmelerine neden olan yerlerin tasallutundan kurtarılması mümkün olabilecektir. Zaten gençliğin soran ve sorgulayan bir zihin yapısına sahip olması gerektiği prensibi de bunu gerektirmektedir.
Buna göre din eğitim öğretimi alan gençleri, bu kurumlardaki eğitim sürecinde ufuk ve muhakeme yeteneği ile donatmak esas olmalıdır. Şüphesiz ki kazandırılacak bu ufuk ve muhakemenin referansının Kur’an olması gerekir. Çünkü temel kaynak Kur’an’dır. Elbette ki Kur’an’ı anlama ve yaşamada temel dayanak ise Resulullah’ın güzel örnekliği yani sünneti olacaktır. Zaten Elçi’nin (s) örnekliğinde Kur’an’ı merkeze alan bir ufukla faaliyet icra edilen ortamlarda daha farklı bir oluşum ve gidişat beklemek de doğru olmasa gerektir.
Ne var ki bazen, tevarüs edilen (tarihsel) anlayışları kutsayan kimi çevreler, sahip oldukları kimisi sağlıklı bir dayanaktan yoksun geleneksel dinî tasavvurlarını sayısal ve siyasal baskıyla bu kurumların programlarına; mesela felsefe, kelam ile mezhepler tarihi derslerini kemiyet ve keyfiyet olarak azaltıp bunlardan bazılarını aynı kürsüde toplamak suretiyle, nüfuz ettirebilmekte ve söz konusu eğitim yuvalarının vizyonlarını belirleyebilmektedirler. Oysaki isminden de anlaşılacağı üzere “gelen-ek” bünyesinde ilaveler barındıran bir yekûndur. Dolayısıyla gelenekten gelen kültürel mirası, ilavelerden ayıklayıp temellendirerek modern usullerle topluma sunmak icap etmektedir.
Bu anlamda son yıllarda -özellerin yanı sıra- hemen bütün devlet üniversitelerinde II. öğretimleriyle beraber açılan ilahiyat vb. fakültelere düşük puanlarla girebilen öğrencilerin varlığı dikkate alındığında bu okullarda total kalite ve randımanın düştüğü göz ardı edilmemelidir. Ancak yine de teknik sayılabilecek bu tür sorunların zamanla hallinin mümkün olduğu açıktır. Zira çözümlenmesi mümkün bu tür sorunların ortadan kalkmasıyla söz konusu din eğitim merkezlerine ilgi alaka yükselecek ve başarı düzeyi yüksek gençler daha çok rağbet etmeye başlayacaktır. Filvaki bu kalitenin yükselmesi, diğer öğretim kurumlarına/ bölümlerine de etki edecektir.
Buna göre din öğretimi bağlamında, özelde Türkiye ve genelde ise diğer Müslüman toplumların tarihî tecrübelerini, hazır durumlarını ve gelecekleri ile dünyadaki genel gidişatı da hesaba katan bir durum değerlendirmesi yapmak ve bunun ötesine geçen fikri açılımlar aramak esas olmalıdır. Nitekim konuya dair muhtelif tartışmalardan da ancak bu durumda verimli bir netice alınabilmesi mümkün olacaktır. Bu kurumların bütün düşüncelerin, yaklaşımların, farklılıkların vs. kendilerini rahatlıkla ifade edebildiği ciddi birer platform olması sağlanmalıdır. İşte eğer aklı ve vicdanı hür “dindar bir gençlik” yetiştirmek isteniyorsa, bu, ancak böyle bir gençlik olmalıdır.
Bu itibarla ilahiyatlar toplumu oluşturan bütün unsurların beraberliğini sağlayan; taklide gömülmeden kültürel mirası değerlendiren geleceğe dönük bir kurum ve ruh haline getirilmelidir. Buralar bütün düşüncelerin, yaklaşımların, farklılıkların vs. kendilerini rahatlıkla ifade edebildiği ciddi birer platform olmalıdır. İşte eğer aklı ve vicdanı hür ‘dindar bir gençlik yetiştirmek’ istiyorsak bu böyle bir gençlik olmalıdır ve işte tam da bu gerekçeyle ilahiyatlar, işlevini tamamlamış ve dahi işi bitmiş değil aksine bahsedilen tarzda yeni bir misyon ve vizyonla yoluna güçlenerek devam eden kurumlar olmalıdır. Bu bağlamda bizce İlahiyat Fakülteleri ve din eğitim-öğretimi amacıyla kurulan diğer kurumlarda vizyon; öğrencileri din, bilim, sanat ve kültür alanlarında yetkin, kişisel ve düşünsel farklılıkları doğal bir zenginlik kabul edip bunlardan yararlanmayı hedefleyen; kültürel mirası değerlendirebilen, yaşanan hayatı yorumlayabilen, yeryüzünü imar eden ve ahlâkî olgunluğa sahip fertler olarak yetiştirmek olmalıdır. Başka bir ifadeyle buralar, İslam inanç ve kültür kaynaklarından hareketle, insan hakları zemininde çağın gereklerini dikkate alan, modern eğitimin verildiği kurumlar olmalıdır. Bu kurumların öğrenciye yükleyeceği misyonun tarifi ise şöyle olsa gerektir: Din eğitimini almış kişiler, referans çerçevesini, Hz. Peygamber örnekliğiyle şekillenen Kur’an algısının belirlediği; millî/şoven duygu ve alametlerden arınarak insanlığı göz ardı etmeyen bir ümmet bilincinden hareketle adalet ve özgürlüğü önemseyen, insan haklarına saygılı, başkalarını/farklılıkları ötekileştirmeden anlamaya çalışan, bu ruh ve şuura sahip nesil demek olmalıdır. Çünkü din öğretimi yapan kurumlar, gelenekten modernliğe geçişteki değişim hattında söz konusu taşımayı yapmanın ve dinî bilgiyi üretme merkezleri işlevini de görmenin yanında gençleri hayata hazırlayan ve topluma yön veren kurumlar özelliğini de taşımaktadırlar.