Üniversiteler için, olmazsa olmazların ilk üç maddesi olarak şunları sıralayabilirim:
- İdari özerklik
- Akademik özerklik
- Mali özerklik
Üniversitelerimizde idareciler zaman zaman bizim şu kadar öğretim üyemiz, şu kadar öğrencimiz, şu kadar binamız, şu kadar personelimiz var diye açıklamalarda bulunuyorlar. Çalışanlardan verim alınabilmesi için personel alımı, alınanların eğitimlerine uygun işlerde çalıştırılmaları, hizmet içi eğitimleri, birbirleriyle olan ilişkileri gibi konularında belirli sitemlerin oturtulabilmesi için ilk başta daha personel alımlarında işi sıkı tutup kılı kırk yarmak lazım da, işte maalesef öyle olmuyor. Tavassut torpil eş yandaş tarikat belli bir partiden gelmek alım kriterlerinizi birden değiştiriveriyor. İşten anlayanın yanına işten anlamayan eğitimi dahi yeterli olmayanı katıverdiğinizde, yürümeyen yine üniversitenin işleri oluyor. Bilgisayar bilmeyen, yabancı dili olmayan, işlerden hiç mi hiç anlamayan, bırakın bunları basit bir iki satırlık mektubu dahi yazamayan çalışanlarınız oluveriyor.
Akademik özerklik, idari olandan çok farklı değil. Genelde bizdeki zihniyet, ‘işe adam yerine, adama iş’ şeklinde olunca daha işin başında yanlışlar başlıyor. Bir zamanlar eski bir rektörümüz, kendisine günde yüz kadar tavassut telefonu geldiğini itiraf etmişti. Ha idari personel ha akademik personel hiç fark etmiyor.
‘Alo, sekreter hanım, sayın rektörümü alabilir miyim? Sayın… görüşecek. ‘-Alo sayın rektörüm nasılsınız…. falanca bizim falancanın bilmem nesi oluyor doktorasını uzmanlığını yeni aldı. Ona sizin… fakültenizin… bölümünde bir akademik kadro açalım. Gelsin yaptığı çalışmaları size de göstersin. Siz istek başvurusunu, onun çalışmalarına göre yaparsanız işimiz de kolay olur. Kadro işini YÖK’den ve bakanlıktan, bizim çocuklar hallederler, bir ara çayımızı içmeye bize de beklerim. Emriniz olur. Oldu olacak bunca işlerinizin arasında bir zahmet bizim üniversiteyi de yönetiverseniz diyorum.
Bazı kurumlarda, KPSS sonrası mülakatlar mı yapılıyor. İşte orası işin en kolay yanı. Hakkında çok yazıldı çizildi. Bakın şimdi kırılacak reddedilecek makamlar vardır, emriniz olur denilecek makamlar vardır. Akıllı idareciler özellikle de rektörler bunu çok iyi bilirler.
– Beni gerekli yerlere öneren, atanmamı sağlayan makamlara karşı çıkmak olacak iş mi bu şimdi. Ben aklımı peynir ekmekle yemedim. İyilerin arasında bir iki moloz yerleştiririm arada kaynar gider. Gitmiyor be hocam, gitmiyor.
Gelelim mali özerkliğe, üniversitelerimizin direkt bir bakanlığı yoktur, yıllık bütçelerini Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alırlar. Milli Eğitim Bakanları, doğal olarak esas sorumlu oldukları alanlar olarak çoğu zaman ilk ve orta dereceli okulları görürler. Gerisini zaten YÖK’e bırakmışlardır. Bütçe komisyonlarında üniversiteleri şöyle yan gözle desteklerler. Her üniversitenin bir bütçesi vardır. Hangi fakülteye ne alınacak ne verilecek, hangi zamanda verilecek, rektörler de bunların hesabını yaparlar. Tıp fakültelerinde harcamaların bir kısmı döner sermaye gelirlerinden karşılanır. Fakülte hastaneleri ise, direk rektörlüğe bağlı olup tıp fakültelerinde dekanların yetkileri kısılarak bir tarafta dekan, diğer yanda hastane başhekimi şeklinde çift başlı bir yönetim oluşturuldu. Döner sermaye gelirleri için maliye bakanlığına bağlı olan bir sayman bulunur. Harcamalar da bir yerde onun onayıyla olur. Hesap kitap işlerinden onlar daha iyi anlarlar. Bu yüzden onlarla da iyi geçinmek gerekir.
Bölümlere alınacak olan malzeme, personel, cihaz vs. her şeyin kabulü bilimsel araştırmalara verilecek mali desteğin onaylanmasının tamamı, rektörlerden geçer. Rektörler siyasi olup idari, akademik ve mali özerklikleri de kısıtlı olunca proje destekleri, akademik personel alımı, kadro yükseltmelerinde çoğunlukla olaylara siyasi gözlükten bakarlar. Kadroların dağıtımında hak edene değil de, yandaşlara öncelik verilirse, personelde çalışma azmi ve motivasyon da o oranda düşer. Sıradan projeler, çok değerli ve bilimsel projelere tercih edilirse pek çok akademisyenin hevesi de isteği de törpülenmiş olur.
Tıp fakültelerinde, kliniklerde, eğitimin vazgeçilmez parçası günlük hasta bakımı işleridir. Akademisyen, çoğu zaman tüm gününü rutin işler için harcadığından akademik işlere, projelere, araştırmalara, ancak geceleri zaman ayırabilir. Ben çalıştığım dönemlerde, gece çalışmaları yerine daha çok cumartesi çalışmalarını yeğlemiştim. Eskiden, bilgisayarlar öncesinde yazılarımızı daktiloyla yazdığımızdan evde çocuklarım çok rahatsız olurdu. Bende bir alışkanlık oldu. Neredeyse yirmi beş yıl kadar hilafsız hemen her cumartesi fakültedeki odamda çalıştım. Araştırmalar, makaleler, kongreler derken bu süre içinde 1993-2016 yılları arasında başka işlerimin yanında tek başıma ya da çalışma arkadaşlarımla beraber telif ve çeviri olarak on altısı bilimsel, beşi sosyal olmak üzere yirmi bir kitap yayınladım. O sessizlikte, üretebilmenin hazzını yaşadım. Temizlikçilerle sohbet ettim birlikte çaylarından içtim. Kattaki kapılar arkamdan kilitlendiğinde, arada bir mahsur bile kaldığım oldu.
Alışkanlık işte geceleri bir yerlerden eve dönerken hala yolumu değiştirip fakültenin önünden geçerim. Nerelerde ışık yanıyor ona bakarım. Hangi laboratuvarlar açık, hala çalışmakta olan hocalarımız var mı diye merak ederim. Bakın bakalım nöbetçilere ve temizlikçilere sorun, sizin üniversitelerinizin fakültelerinde yüksek okullarında, geceleri ya da cumartesi pazar tatil günlerinde çalışan akademisyenler var mı? Tüm kalbimle olduğunu ümit etmek istiyorum.
Siz yine de, çok aramayın derim. O özlediğiniz polisin ancak davetle girebildiği özerk ve akademik üniversiteler yok şimdi. Rektörlerin çoğunluğu siyasi ve makam atamasıyla geliyorlar. Eskiden dört yılda bir rektörlük seçimi olurdu. İlk altı isim YÖK’e gider. Yönetim kurulu, bunlardan üçünü belirler. Cumhurbaşkanı da aralarından birini rektör olarak atardı. Bir seçilen, ikinci seçimi de kazanmak kaydıyla en fazla sekiz yıl görev yapardı. Şimdi her nedense, ilk dört yılın sonunda atanmış tüm rektörler başarısız bulunduklarından mıdır nedir hemen hepsi değiştirilip yerlerine yeni rektörler atanıyor.
Yağmur yağdı, önce sular çamurlanıp kirlendi sonra da insanlar. Üniversite ve eğitim konularında daha yazılacak o kadar çok şey var ki. Oturup yazılmaya başlansa, tefrika gibi olurdu.
1 yorum
Haldun hocam olayı özetlemişsiniz. Kaleminize ve yüreğinize sağlık..