Evet, gerçekten arzumuz nedir? Nasıl bir üniversite hayal ediyoruz? Kişisel fikrim, özgür ve demokrat bir üniversite anlayışından yana. Gerçi kime sorsak, bu fikre karşı çıkmayacaktır. Ama ne gariptir ki, herkesin kendisine göre bir demokrasi ve özgürlük anlayışı var.
Mevcut sistem sadece ve sadece despotlar yetiştirir veya daha bilimsel bir söylemle otoriteryanlar yetiştirir. Nedeni gayet açıktır. “Bugün sus sen küçüksün, büyüyünce konuşursun!” Sizi bilmem, ama ben böyle gördüm. Bu nedenle de gereksiz mücadeleler vermek zorunda kaldım. Benim genç arkadaşlarımdan tek farkım deneyimim ve bilgim olabilir. Kişi hak ve özgürlükleri bakımından farklı olamayız. Bu noktayı aşamıyoruz. Koltuktan kalkmayı başaramıyoruz, zira koltuktan güç alıyoruz.
Yeni yüksek öğretim sisteminin konuşulduğu bugünlerde söylenecek çok söz var. Rektör yetki ve sorumlulukları mutlaka yeniden tanımlanmalıdır. Rektörün seçilerek atanması, bu sistemin demokratik olduğunun kanıtı değildir. Çünkü seçimden sonra astığı astık, kestiği kestik tavır takınan ve durdurulamayan rektörlük sisteminin neresi demokratiktir? Bu bir aldatmacadır. Ben, yetkileri sınırlandırılmış ve kurumumu yücelten bir rektör istiyorum. Kurum kan kaybettiğinde hesap vermesi gerektiğini bilen ve mutlaka kurullarca denetlenen bir rektörlük anlayışı olmalı. Dekanların da yetkileri yeniden tanımlanmalı ve belki de yetkileri artırılmalı.
Bir diğer önemli konunun da, öğretim üyelerinin iş tanımlarının yapılması olduğunu düşünüyorum. Bu sistem insanları çalışmaya değil, oturmaya ve kaytarmaya sevk etmektedir. Ders anlatmayan, konferans vermeyen, araştırma yapmayan ve hasta bakmayan insan öğretim üyesi midir? Evet öyledir. Bence değildir, ama sistem tüm gün oturmaları karşılığında onları tüm özlük haklarından yararlandırıyor.
Bir arkadaşım anlattı, ben de size iletiyorum! Üniversitenin birinde bazı öğretim üyeleri yarı zamanlı çalışmaya başlar ve klinikte en az dört tam günlü öğretim üyesi daha bulunmasına rağmen tek bir ameliyat yapılmaz. Ne mi olur? Hastalar yarı zamanlı hekimlere gönderilir. Sorun burada yarı zamanlılarda mı? Bence değil. Tüm gün otur, ama elini işe sürme. Bu nasıl bir sistem? Sorsanıza hesabını? Bir başka klinikte iki hoca vardır, biri muayenehane açar veeee… Bilin bakalım ne olur? Hastalar o hekimin peşine takılır! Niye mi? İşi bilen odur da ondan? Diğeri mi? Haa canım, o tüm gün oturucu! Bunlar ne olacak? Tam gün çıktı sevindim diye yazdım, herkes bana kızdı. Ne kızıyorsunuz kardeşim, ben doğru neyse onu yazarım. Sorun bir değil ki. Sonunda galiba herşey gelip insan ahlakına dayanıyor. Herkesin ahlaklı ve sorumluluk duygusunun gelişmiş olması beklenemez, o halde sistemi düzelteceksiniz. Çalış çalışma, bil bilme, hatta mesaiye bile gelme bir önemi yok. Yeter ki kimsenin tavuğuna kış deme. Bu nasıl bir sistem, anlayamadım gitti.
İnsanoğlu kendisini tüm canlılardan üstün tutmaya pek heveslidir. Ben bir davranış bilimciyim; bu nedenle de hayvan davranışları da çok ilgimi çekiyor. Son günlerde “Hayvanların Sessiz Dünyası” isimli TÜBİTAK yayınlarından bir kitap okuyorum. Bir bölümde vampir yarasalar anlatılmış. Bu hayvanlar besinlerinin fazlası olan kanı, aç olan arkadaşının ağzına kusarak onun hayatta kalmasını sağlıyor. Ancak bir yarasa daha önce kimseyi beslememişse, besin bulamadığı zaman ölüm onun için kaçınılmaz oluyor. İşte bu bir vefa ve adalet örneğidir. Biat duygusundan uzak, son derece gelişkin bir etik sistemi kurmuş yarasalar… Ve hâlâ birilerinden beslenen ve kimsenin dur demediği veya demeyi beceremediği hocacıklar! Eğer bu sistem denetimsiz, ödülsüz, cezasız, eşitlikçi ve adaletten yoksun bu şekliyle devam ederse, korkarım gün be gün daha da açmaza girecektir.
Herkesin hak ettiği ile yetindiği ve hak ettiğini elde ettiği bir sisteme kavuşmak umuduyla…