Değişen Dünya dengeleri içinde devletler arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde zamanla bazı işbirlikleri ve ittifaklar yapılması ihtiyacı hasıl olmuştur. Her ne kadar bu tür organizasyonlar tam olarak sağlıklı çalışmasa da devlet yöneticileri stratejik olarak, ittifaka dahil olmayı veya olmamayı tercih edebilmektedirler. Bilindiği üzere iki kutuplu dünya düzeninde başlıca ittifaklar NATO ve Varşova olarak adlandırılmıştır. 1949 yılında kurulan ve üyesi olan devletlerin herhangi bir saldırıya uğraması halinde ortak olarak savunulmasını amaçlayan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üzerinde zaman zaman çetin tartışmalar yaşanmaktadır. Çünkü sık sık üye ülkeler arasında adil olmayan ve prensiplerine aykırı uygulamalar yapılabilmektedir. Ayrıca üye ülkeler arasında meydana gelen anlaşmazlıkların çözümünde haklı olana değil, politik ve dini tercihlere göre icraat yapıldığı görülmüştür.
NATO temel prensipler
Bu bağlamda Örgütün ana amaçları ve çalışma prensipleri aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
- Kolektif savunma: Üyelerin ortak olarak savunulması
- Dünya üzerindeki krizleri yönetmek: Sınırlar dışındaki krizlere müdahale edip üyelerin zarar görmesini önleme
- Terörizmle Mücadele: Dünyadaki terörist faaliyetleri izleyip önlem almak
- Üyeler ile birlikte çalışmak: Üyeler ile küresel ortamda işbirliği yaparak faaliyet sürdürme
- Askeri Birlikler ve Teçhizat: Müttefik ülkelerin NATO ortak gücüne askeri destek vermesi
- NATO’nun Komuta Yapısı: Yapılacak askeri harekatlarını hızlı ve etkin olarak gerçekleştirecek komuta yapısı kurulması
- NATO’nun finansmanı: İcraatlar için üye ülkelerin finansman veya teçhizat sağlaması
- Savunma Harcamaları: Üye ülkelerin savunma harcamalarına katkı yapması
- “Açık Kapı” Politikası: Yeni üye kabul edilebilmesi, ancak üyelerin oybirliğinin aranması
- Siber Savunma: Siber saldırılar, siber savunmayı NATO için en öncelikli konu haline getirdiği için üyelere yapılacak siber saldırıların tespit ve engellenmesi için işbirliği yapılması,
Bu tür yapılanmalar, dünyadaki kutuplaşma ve üye ülkelere karşı olabilecek tehditlere göre organize olmaktadır. Her ülke kendisi üzerindeki risk ve tehdit analizine göre bir organizasyona üye olabilmektedir. Nitekim Türkiye’nin NATO’ya üyeliği 1952 yılında Sovyet tehdidi düşünülerek gerçekleşmiştir.
Bazı Aksaklıklar
Görüldüğü üzere, kuruluşun amacı ve çalışma şekli gayet mantıklı esas ve prensiplere dayanmaktadır. Ancak uygulamada o kadar adil ve hassas davranılmadığı görülmektedir. Türkiye üzerine düşen sorumlulukları yerine getirdiği halde, özellikle ABD tarafından haksız yaptırımlara maruz kalmıştır. Örnek Türkiye’nin 1974 Kıbrıs çıkartması ardından ABD tarafından askeri ambargo uygulanmış, günümüzde ise parası ödenmiş olan uçaklar halen Türkiye’ye teslim edilmemiştir. Bu durumda bazı ülkeler, üyelerinin(ortak) askeri gücünün artmasını engellemiş olmaktadırlar. Benzer davranışların Avrupa’daki NATO üyesi ülkeler tarafından sergilendiği gözlenmiştir. Sonuçta NATO’nun prensiplerine aykırı hareket edildiği gözlenmektedir. Bu tür uygulamalar, Türk milleti tarafından sorgulanmakta ve bazı kesimler tarafından örgüt aleyhtarı söylem ve etkinlikler düzenlenmektedir.
Yaşanan olaylar değerlendirildiğinde, her ülke yaptığı sözleşme veya üyelik sorumluluğunun gereği yerine, önce kendi menfaatini gözeterek üye ülkelere yardım veya destek sağlamaktadır. Böyle olunca da, örgüt içinde bazı gruplaşmalar olabilmekte, sonuçta amaca uygun olmayan icraatlar yapılabilmektedir. Bu gibi durumlarda etkilenen ülkeler anlaşmayı sorgulamak zorunda kalmışlardır.
Bizim açımızdan durum değerlendirildiğinde, Kuruluşun mevcut olan otuz üyesi içinde halkının çoğunluğu Müslüman olan tek ülkenin Türkiye olması nedeniyle diğer üyelerin dini tercihlerinden olumsuz olarak etkilendiğimizi düşünmek söz konusudur. Her ne kadar çok açık olarak dile getirilmese de yaşanan olaylar bu hususu doğrular niteliktedir. Söz konusu icraatlar neticesinde, kamuoyunda zaman zaman NATO’ya hayır söylemleri dile getirilerek örgütten çıkılması gerektiği önerilmektedir. Birçok düşünür ve yazar haklı olarak örgütü benzer şekilde eleştirmektedir. Sonuç olarak önemli soru: Türkiye NATO konusunda nasıl davranmalıdır? Çıkmak mı zor, Kalmak mı zor? Bu konudaki öneriler sonraki paragraflarda verilmiştir.
Ne Yapmalı?
İster kabul edelim ister etmeyelim, NATO ve benzeri uluslar arası stratejik işbirliklerinde, ulusal menfaatlerin yanı sıra, milliyet ve din faktörü de etkili olabilmektedir. Organizasyondaki üye devletlerin yöneticileri farklı görüşte olsalar bile, kendi kamuoyuna sempatik şekilde mesaj vermek amacıyla farklı icraatlar yapmak durumunda kalabilmektedirler. Sonuçta zaman zaman Türkiye’nin istemediği kararlar alınarak uygulamalar yapılabilmektedir. Türkiye bu olasılıkları dikkate alarak sürekli askeri ve ekonomik risk değerlendirmeleri yaparak sonuca göre stratejini belirlemelidir. Doğal olarak organizasyon içerisinde konum ve kültür olarak durumu en zor olan ülke Türkiye’dir. Çünkü üye ülkelerin bir çoğu ile Tarihte savaş durumunda ve dini farklılığının olduğu bir geçmişe sahiptir. Bu geçmişi de göz önünde bulundurarak, ülke menfaatlerine uygun akıllı stratejiler geliştirmelidir. Daha ileri düşünce ile sadece dünyadaki gelişmeleri takip ederek gelecekteki stratejileri alternatifleriyle birlikte belirlemek amacıyla siyasetten bağımsız düşünce kuruluşları( Think-Thank ) tarafından organize edilecek çalışma ile uygun strateji üretilmelidir. Türkiye’deki mevcut olan düşünce kuruluşlarının bilimsel olarak önereceği ortak çözümler geleceğe yönelik ülke menfaatlerine uygun stratejilerin geliştirilmesinde öncü olmalıdır. Gerekirse yeni bir resmi düşünce kuruluşu organize edilmelidir. Çünkü bu tür kararların siyasilerin etkisinden bağımsız olarak alınıp devlet politikası şeklinde uygulanması önemlidir. NATO ve benzeri problemlere ancak bu şekilde en uygun çözümler üretilebilecektir.