Sokrates’ten günümüze, bilim ve siyaset ilişkisi bir madalyonun iki yüzü ya da Yin Yang gibi düşünülebilir. Yaşadığımız dünyayı şekillendiren, evrenin çalışma prensiplerini/gizemini çözmeye çalışan bilim, her çağda potansiyel bir tehlike, kontrol altına alınması gereken bir alan olarak görülmüştür. Çünkü, tüm bilimsel disiplinler de temel prensip, neden-sonuç ilişkisine odaklanmak ve bir çözüme ulaşmaktır. İşte bu neden sorusu, zaman zaman çözüm konusunda yetersiz kalan siyasi erkleri rahatsız etmiş ve derhal susturulmaya çalışılmıştır.
Bilinemeze olan bakış, kitleleri etki altına almak için yaygın kullanılan bir araç olmuş ve siyasetin yetki alanına dahil edilmiştir. Bilim, bu bakış açısını sürekli değiştirmeye çalışmış ve bu süreçte ağır bedeller ödemiştir. Bilim tarih boyunca acımasız baskılara ve engellemelere rağmen bir şekilde varlığını devam ettirmeyi başardı. Bunu birazda yaşamlarını gerçeği aramaya adamış, cesur ve özgeci ruhlara borçluyuz. Tarih arenası birçok bilim şehidine tanıklık etmiştir. Siyasetin ne şekilde yapıldığı, yönetim şekli ile elbette ilişkilidir. Eski çağ, orta çağ ve yakın çağ incelenecek olursa bu ilişki daha net anlaşılacaktır. Her ne kadar siyaset biçiminin zaman içerisinde çeşitli dinamiklere karşılık vermek üzere değiştiği bir gerçek olsa da aslında özü itibarı ile güç istenci ve kontrol etme dürtüsünden hiç vazgeçmedi. Bundan hareket ile madalyonun hangi yüzü neyi temsil ediyor kolayca bulunabilir. Bilimsel sonuçlar zaman içerisinde en doğruya yaklaşmak adına değişime uğramış olsa da amaç olarak hiçbir değişiklik göstermedi. Bilimin doğruluk iddiası aksi ispat edilene kadar olmak kaydı ile günümüze kadar sürdü.
Yakın geçmişte bilimin, insanlığın pozitif yönde gelişimine olan katkısı ve doğruyu temsil eden yüzü, zaman zaman korkak ve kötü niyetli uygulayıcılarının elinde siyasi otoritenin iş birliğinde tehlikeli bir silaha da dönüştü. 2. Dünya Savaşı bunun en çarpıcı örneğidir. Kitle imha silahları, nazi kamplarında yaşatılan deneysel amaçlı bir takım vahşet örnekleri vb. Siyasi erkin doyumsuz egosu ve güç istenci, bilimin uşaklığında Dünyayı maalesef tarif edilmez acılara gark etti ve etmeye de devam edecek gibi görünüyor.
Günümüzde siyaset kurumu, her ne kadar bilimi fiiliyatta kendi haline bırakmış gibi görünse de, aslında bir takım denetim mekanizmaları ile kontrol altında tutarak kitleleri, daha barışçıl söylemler ile ikna etmek için kullanışlı bir propaganda aracına dönüştürmüştür. Şu an yaşadığımız geri döndürülemez aşamada olan iklim krizi de buna en çarpıcı örnek olarak gösterilebilir. Enerji üretimin ve tüketim dengesinin doğal kaynakları tahrip ettiği, bunun küresel bir sorun olacağı hesaplamaları, çelişkili bilimsel kaynakların kullanımı ile siyasi otoritelerin isteği üzerine şimdiye kadar görmezden gelindi. Siyasi çıkar ortalığı, bilimi manipüle ederek onun doğruluğunu test ettiriyor. Hubert Reeves’in dediği gibi ”doğayla savaş halindeyiz kazanırsak kaybedeceğiz”. Bundan yaklaşık 30-40 yıl sonra eğer yeterli önlemler alınmaz ise, Dünya da çoğu yerleşim alanının yok olacağı, su kaynaklarının azalacağı, buzulların erimesi neticesinde tanışık olmadığımız virüsler ile karşılaşacağımız, salgınların çoğalacağı, gıdaya ulaşımın yetersizliği, hatta yeni gezegen bulma arayışında olmalıyız gibi bir takım felaket senaryoları konuşuluyor. Bilim her alanda kendi amaçları doğrultusunda eskisinden daha hızlı ilerliyor, hayatı daha yaşanılır kılmak adına çözüm olanakları sunuyor, ne kadar ertelenir ve siyaseten görmezden gelinirse, insanlık o kadar felaket ile karşılaşacaktır. Satrançta çok sevdiğim bir söz vardır, teori / kural dışına çıkarsan cezalandırılırsın. Atlas vazgeçmeden herkesin şapkasını önüne alıp düşünmesi gerekir. Siyaset erkinin temsiliyet gücünü, bilime teslim etmesi temennisi ile mutlu yıllar dilerim.