Hayatını alt üst edecek bir kanun çıkar, fakat üzülsün mü sevinsin mi, bilemez. Bir yanda maaşının çok artacağı söylemleri bir yanda böyle bir gelir elde etmenin mümkün olmadığı itirazları. Kanun’da her şey belirsiz olduğu için kendisi de karar veremez. Döner sermayelerin olmayan parayı nasıl vereceğini, SGK’nın düzenli ödeme yapıp yapamayacağını düşünür. Aklına yetiştirdiği doktorlar ve uzmanlar gelir; kendisinden çok daha yüksek gelir elde ediyor olmalarına bozulur. Tam günden sonra kendisinin de benzer gelirler elde edebileceği düşüncesi onu biraz umutlandırır. Fakat böyle düşündüğü anda bir yandan da utanır; eğitimi ve araştırmayı ikinci, üçüncü, belki de sonuncu sıraya atmak zorunda kalacağını düşününce rahatsız olur. Sağlık harcamalarının giderek daha fazla vatandaşın cebinden çıkacağı gerçeği içini suçluluk duyguları ile doldurur. Sonra aklına "Memleketi ben mi kurtaracağım?" düşüncesi gelir; biraz ferahladığını hissetse de bunun bir kaçış olduğunu kendisi de bilir.
Kadro bekler. Süresi dolmuş, yayınlarını tamamlamıştır. Fakat ya rektör kadro vermezse, düşüncesi uykularını kaçırır. Öyle ya rektör için kadro vermenin tek ölçütü "öyle uygun görmesi"dir. Yıllardır hak ediyor olmanın, kıdemli olmanın, üniversitede en çok yayın yapmış ve çok atıf almış olmanın hiçbir önemi yoktur. Böyle bir durumla karşılaşırsa hiçbir şey yapamayacağını, hiçbir hak iddia edemeyeceğini düşündükçe kahrolur. Sonra arkadaşları gelir aklına, "Herkesin kabul edeceği ölçütler belirlesek ne güzel olurdu" diye düşünürken arkadaşlarının herkesten önce kadro elde etmek için attıkları sayısız taklalar gelir gözünün önüne. Bir haksızlığa uğradığında, haksızlığa uğradığı herkes tarafından kabul ediliyor olsa bile kendisinden başka kimsenin ses çıkarmayacağı gerçeği ile yüzleşince içinden çıkılmaz bir üzüntü kaplar içini.
Rektörün ve dekanın kendisine emir kulu gibi davranmasını nasıl kabullenmiş olduğunu kendisi de anlayamaz. Görüşmek isteyen birçok öğretim üyesine randevu verilmiyor olmasını önemsemez. Kendisine dokunan bir şey olmadığı sürece en yakın arkadaşı bile olsa haksızlığa uğradığında bir şeyler yapma gereksinimi duymaz. Bir toplantıya katılması emredildiğinde işi gücü olsa bile tıpış tıpış gider. Toplantıda yoklama yapılmasına ses çıkarmaz.
Gözü ilaç firmalarındadır. Çok görmek istediği ülkelerde ümitle kongre yapılmasını bekler. Bazı ilaçları daha çok yazmaya başladığını fark ederse, bilimsel olarak kanıtlanmış bir endikasyonda kullandığını düşünerek rahatlar. Beklediği sponsorluğu alamadığını görünce firma temsilcisini azarlar. Gerekirse başladığı ilacı değiştirir. Firmanın zaten etik davranmadığını düşünür.
Heyecanla beklediği rektörlük seçiminde en çok oy alanın atanması geleneği olmadığı için destekleyeceği adayın atanıp atanmayacağını çok önemser. Çünkü ona göre konuşlanacaktır. Yönetime yakın olmanın kadro almak, yönetim görevi almak, yeni öğretim elemanı aldırmak, bütçeden daha çok pay almak, etik kurullardan kolay onay almak, daha çok ders almak anlamına geldiğini bilir.
Doğal olarak yakın olmanın bazı zorlukları olsa da bunları önemsemez. Yönetim Kurulunda yönetim ne derse "Evet" der, soruşturmayı nasıl istiyorlarsa öyle sonlandırır. Herkesin böyle yaptığını düşünerek böyle davranmakta hiçbir sakınca görmez. Yöneticilerin üniversitenin her türlü olanağını kendilerine yontmalarını adeta doğal karşılar.
Bir şeyler ters gittiğinde nasıl bu hale gelindiğini; ilkesizliğin, kuralsızlığın, çıkarcılığın nasıl bu kadar yerleştiğini anlamaya çalışır. Kendisinin olması gerekeni her zaman savunduğu aklına gelince üzerine düşen sorumluluğu yerine getirdiğini düşünerek rahatlar. Cumhurbaşkanı demokratik eğilime uygun atama yapsa, rektörler ilkeli davransa, kurumsallaşma tamamlansa, sivil toplum örgütleri güçlü olsa, öğretim üyeleri gerektiğinde tepkilerini gösterse her şeyin düzeleceğini düşünür.