Üniversite hastanelerinde tüm çalışanları etkileyeceği (etkilediği) açık olan bir kriz varken üniversitelerin ve öğretim üyelerinin olup bitenleri kayıtsız biçimde izledikleri görülmektedir. Ortada var oluşu etkileyecek ciddi bir kriz varken, sorunun çözümü konusunda yöneticiler dâhil öğretim üyelerinin bir şeyler yapma gereksinimi duymadan eylemsiz bir bekleyiş içinde olmaları üzücü bir durumdur. Muhtemelen üniversite hastaneleri kendilerinin vazgeçilemez olduklarını, sağlık politikalarını belirleyenler ise üniversitelerin eninde sonunda “hiza”ya geleceğini düşünmekteler. Fakat öncelikle sorunun adı net olarak ve yüksek sesle konmalıdır: Üniversite hastaneleri yönetsel ve ekonomik bir kriz içindedir!
Öğretim üyeleri biraz da toplumumuzda son zamanlarda iyice yaygınlaşan “öğrenilmiş çaresizlik” hissi içinde çözümü dışarıda (‘bir kurtaran olacaktır elbette’) aramaktadırlar. Fakat sağlık sistemine yönelik mücadele ile üniversite hastanelerinin durumları birbirinden ayrı düşünülerek çözüm arayışı içine girilmesi gerekmektedir.
Üniversite hastanelerinin karşı karşıya olduğu sorun gündeme geldiğinde öğretim üyelerinin ilk aklına gelen doğal olarak bu hastanelerin eğitim işlevidir. Tıp fakültelerinin temel işlevi ve önceliği kuşkusuz eğitimdir. Fakat ülkemizdeki yapılanmaya bakıldığı zaman üniversite hastanelerinin aynı zamanda üçüncü basamak sağlık hizmeti sunan ve öğretim elemanlarının gelir elde etmesini sağlayan bir kurum olduğu görülmektedir. Bu yapılanma dikkate alındığında üniversite hastanelerinin tek önceliğinin eğitim olması gerektiğini söylemek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Ülkenin sağlık sistemi içinde üçüncü basamak sağlık hizmetinin sunulduğu ve hizmet verenlere ek gelir sağlandığı kurumda ne yazık ki hizmet de en az eğitim kadar gündeme gelmek durumundadır.
Burada asıl sorulması gereken, üniversite hastanelerinin eğitimden kaynaklanan giderlerinin kim tarafından karşılanacağıdır. Günümüzde bu giderler ya üniversite hastanesinin kendi yarattığı kaynaklardan ya da üniversiteye devlet tarafından ayrılan ödenekten karşılanmaktadır. Bu giderler üniversite hastanesinin gelirlerinden karşılanmamalıdır. Diğer yandan bu gidere Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK)’nun katkı sağlamasını beklemek de doğru bir yaklaşım değildir. SGK’nın kendi varlığını sürdürebilmek için çeşitli önlemler alması da son derece doğaldır.
Öncelikle üniversite hastanelerinin ülkenin genel sağlık sistemi içindeki yeri netleştirilmelidir. Eğer üniversite hastaneleri sağlık sistemi içinde üçüncü basamak olma rolünü sürdürmek istiyorlarsa hizmet verdikleri bölgede her türlü üçüncü basamak sağlık hizmetini karşılamaları gerekmektedir. Bir şekilde üçüncü basamağa gelen hastanın gereken sağlık hizmetini mutlaka alabilmesi gerekmektedir.
Üniversite hastaneleri tarafından en çok gündeme getirilen taleplerden biri de doğal olarak Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) fiyatlarının artırılmasıdır. Ancak bu konuda somut karşılaştırmalı veriler ortaya konulmamaktadır. SUT fiyatlarının artırılmasını talep etmek kadar maliyetler de gözden geçirilmelidir. SUT fiyatlarının etkisini göz ardı etmek mümkün olmamakla birlikte, yaşanan krizin asıl nedeni üniversite hastanelerindeki hantal ve çağdaş yaklaşımlardan uzak yönetsel işleyiştir. Üniversitelerdeki yönetsel işleyişle ilgili “yönetici atanması”, “yöneticilerin denetlenmesi”, “hastaneye eleman alınması”, “‘kaynakların kullanılması”, “hesap sorma ve verme” ve “gelirlerin kullanılması” süreçlerine bakıldığında krizin doğuş ve sürüş nedenleri açıkça görülmektedir.
Yaşanan sorunu aşmak için üniversite hastanelerinde sık başvurulan yöntemlerden biri de daha çok hizmet vermektir. Ancak, uygulamalarda da görüldüğü gibi eğer verimlilik üzerine odaklanılmazsa hizmet verilen hasta sayısının artırılması işe yaramamaktadır. Ayrıca, zararın büyümesine de neden olabileceği unutulmamalıdır.
Hastanenin işleyişine doğrudan katkısı olmayanlara (Bazı üniversitelerde dekan, dekan ve rektör yardımcılarının hiçbir katkısı olmamaktadır.) ek katkı payı ödenmemelidir. Hastane zarar ediyorsa yönetsel görevden kaynaklanan ek katkı payı ödemeleri ve görevlendirmeler gözden geçirilmelidir.
Öğretim üyeleri eğitim ve araştırma etkinlikleri için kendilerine yapılan ödemeleri artırma mücadelesi vermeli, yapacakları hizmet ve araştırmalar için fon bulma ve kaynak oluşturma alışkanlığı kazanmalıdır.
Refleks olarak, kutuplaşmanın etkisiyle köktenci bir karşı çıkışın güncel sorunu çözmeye hiçbir katkısı yoktur. Bugünkü sistem içinde krizi atlatmaya çalışma, sisteme teslim olma ya da sistemi kabullenme anlamına gelmemektedir. Öğretim üyeleri öğrenilmiş çaresizlik içinde teslimiyetçi bir yaklaşımdan sıyrılmak zorundadır. Bir yandan kamuoyu oluşturma, sağlık politikalarını etkileme çabası içinde iken bir yandan da verimliliği artırmanın yollarını aramaları gerekmektedir. Üniversiteler “öğrenilmiş çaresizlik” ve “Nasıl olsa benim fazla zarar görmeyeceğim bir çözüm bulunacaktır.” sarmalından kurtulmanın yollarını bulmalıdırlar.
Üniversite hastaneleri sağlık sistemi ile ilgili değişimleri kabullenmese de onlara uyum sağlamak zorundadır. Aksi durumda üniversite hastaneleri yok olacak ve öğretim üyeleri hiçbir şekilde karşı karşıya kalmak istemedikleri uygulamalara maruz kalacaklardır.