Son zamanlarda hekimlerin hukuk öğrenme çabalarına tanık oluyorum. Sağlık hukuku hem hekimler hem de hukukçular tarafından ilgi gören bir alan. Bu alanı öğrenmeye çalışan bir hekim olarak oldukça ilginç olaylara şahitlik ediyorum bugünlerde. Bunlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir genç avukat arkadaş bir eğitim sırasında miyokard enfarktüsünün kolayca EKG ile tanınacağını ve eğer tanınamazsa bunun tıbbi hata olacağını söylüyor! Oysa her patolojinin EKG’de her zaman tanınması pek de mümkün olmayabilir. Ben de avukat arkadaşa soruyorum “Sizin tıp eğitiminiz var mı?” O da olmadığını söylüyor, öyleyse nerden biliyorsunuz demek de bana düşüyor. Öte yandan bir toplantıda bir meslektaşım hastasının entübasyonu için hasta yakınlarından rıza almaya çalıştığını ve izin alamadığını söylüyor. Yine müdahale etmek bana düşüyor. Değerli meslektaşıma, hastanın şuuru kapalı ve acil bir müdahale yapılması gerekli ise bunu kimseye sormak gerekmez diyorum. Galiba biraz da sert söylüyorum, bana kırıldığını fark ediyorum. Sonra ortada dolaşan bir “Kara Kutu” faciası var. Sormadan edemeyeceğim, bize neler oluyor? Yanlış bilgilerin en eğitimli kişilerce bile kontrol edilmeden kabul edilmesi ve tekrarlanması size de endişe verici gelmiyor mu?
Hekimin görevi hastaları tedavi etmektir; tedavinin mümkün olmadığı durumlarda da ızdırap çekmemesi yönünde elden gelen her şeyin yapılması ve hastaya konfor sağlanması gereklidir. Hekimin hastaya yapacağı her uygulamanın endikasyonla sınırlı olduğunu hatırlamamız lazım. Son zamanlarda yapılan en büyük hatalardan birisi bilgilendirme ve rıza konusunun yanlış uygulamalarıdır. Hastanın acil müdahalesi gerekiyorsa ve hastanın bilinci kapalıysa hekim endikasyonu olan uygulamayı yapar; bunun için de kimseden izin alması gerekli değildir. Biyotıp Sözleşmesi 8. maddede “ Acil bir durum nedeniyle uygun muvafakat alınamadığında, ilgili kişinin sağlığı için gerekli olan herhangi bir tıbbî müdahale derhal yapılabilir.” denilmektedir. Yine Hasta Hakları Yönetmeliği 24.maddede “Hastanın rızasının alınamadığı hayati tehlikesinin bulunduğu ve bilincinin kapalı olduğu acil durumlar ile hastanın bir organının kaybına veya fonksiyonunu ifa edemez hale gelmesine yol açacak durumun varlığı halinde, hastaya tıbbi müdahalede bulunmak rızaya bağlı değildir. Bu durumda hastaya gerekli tıbbi müdahale yapılarak durum kayıt altına alınır. Ancak bu durumda, mümkünse hastanın orada bulunan yakını veya kanuni temsilcisi; mümkün olmadığı takdirde de tıbbi müdahale sonrasında hastanın yakını veya kanuni temsilcisi bilgilendirilir. Ancak hastanın bilinci açıldıktan sonraki tıbbi müdahaleler için hastanın yeterliği ve ifade edebilme gücüne bağlı olarak rıza işlemlerine başvurulur.” denilmektedir. Acil müdahale gereken durumlarda hekim hastaya uygun tedaviyi yapar ve sonrasında yakınlarını bilgilendirir. Yakınlarından izin almak acil ve hastanın bilincinin kapalı olduğu durumlarda söz konusu değildir. Hekim yapacağı tedaviyi seçmekte özgürdür. Bu özgürlük sadece endikasyon ve güncel bilgilerle sınırlıdır. Hastanın bilincinin açık olduğu durumlarda tedavinin uygulanması hastanın bilgilendirilmiş rızasına bağlı olmakla birlikte, şuuru kapalı ise hekim hasta için en iyi olana karar verir ve uygular. Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi 6.maddede “Madde 6 – Tabip ve diş tabibi, sanat ve mesleğini icra ederken, hiç bir tesir ve nüfuza kapılmaksızın, vicdani ve mesleki kanaatına göre hareket eder.
Tabip ve diş tabibi, tatbik edeceği tedaviyi tayinde serbesttir.” denilerek hekimin tedavi özgürlüğü açıkça ortaya konulmaktadır.
Yukarıda verdiğim bilgiler çok uzun yıllardır uygulamada olan yasa, tüzük ve yönetmeliklerden yapılmış alıntılardır. Her şey gayet açık ve berrak olmasına rağmen neden aklımız bu kadar karışık? Çünkü araştırmak, okumak ve doğru kaynaklara ulaşmak yerine yanlış otoritelere inanıyoruz. Doğru bilgi gerçek kaynaklardan ve uzun çalışmalar sonucunda elde edilebilir. Toplumu bilgilendirmek ve eğitim sorumluluğu olan kişiler verdikleri bilgilerin doğruluğu konusunda büyük bir mesuliyete sahiptirler. Rubâisiz olmasın yazı, saygılarımla…
RÜZGÂRA İSYÂNIM
(Mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün / mefâ’îlün)
Hüzünden elbisem hicran libâsım yoksa üryânım !
Sebepsiz sanma, hasretlerle ben her lahza giryânım !
Hazan vaktinde başlar korkular, düştükçe yapraklar,
Sitem etmem kırılmış bir dalım, rüzgâra isyânım !
Dâi Dilek