Yardımseverlik, alçak gönüllülük, tevazu, kıymet bilirlik, gani gönüllülük, başkalarının hakkına saygı duyma, misafirperverlik, iyi komşuluk, bunların hepsi toplumumuza mal olmuş özelliklerimizdi.
Ancak son zamanlarda giderek bunların hepsini yitirir olduk.
Hırsızlık, yankesicilik, gasp, soygun, hortumculuk, başkasının hakkına, canına ve malına tecavüz, vs. giderek bunlar ön plana çıkmaya başladı. Her gün tüm bu kötü özelliklere; yeni kötülükler ekleniyor.
Sokakta kadın bıçaklıyorlar, ırzına geçiyorlar, dönüp bakanımız yok. Trende adam soyup aşağı atıyorlar. Herkes başka vagonlara kaçıyor. Denize araba uçuyor. İçindekileri kurtarmak yerine, feryat figan bağırılıyor. Karakol basılıp, adam kaçırılıyor, üstelik devletin polisine dayak atılıyor. Doğu Asya’da 300 bin kişi deprem ve tsunami felaketiyle kaybedilmiş, ardından gelen Pakistan depreminde yine 100 binlerce kayıp olmuş. Milyonlarcası evsiz kalmış. Bırakın yardım etmeyi, yardım konserine bile giden yok. Kocaeli-Adapazarı ve Bolu depremlerinin yaraları hala tam olarak sarılabilmiş değil. Ölenler, öldükleriyle kaldılar. Ülkenin topraklarını, bankalarını, şirketlerini, madenlerini yabancılara satıyorlar, kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Bundan 40 yıl önce kasabamızda esnaf dükkanını kapamaya bile gerek görmeden kapıya bir tabure koyup yemeğe ya da namaza gider, kimse dönüp bakmazdı. Evlerde kapılar hep açık bırakılırdı. Şimdi dokuz kilit vuruluyor. Çelik kapılar yapılıyor ancak, onları bile kırıyorlar.
İtfaiye dar sokaklara gelişi güzel park edenler yüzünden yangınlara yetişemiyor. İçkili araç kullanıp, kaza yapınca, ambulans geç geldi diye görevlilere saldıranlar yine bizden birileri. Mezarlığa, camiye ibadete ya da maça gideni gözünü kırpmadan öldürenler, yine bu toplumdan çıktılar.
Kırmızı ışıkta durdu veya sol şeritten çekilmedi diye insanlar dövülür. Hastası ölünce, hırsını doktordan alıp, onu döven, öldürenler, herkes için çırpınan hemşirelere tecavüz eden, öğretmenlere el kaldıran, yoldan geçen turistleri bile taciz edenler maalesef yine bizden birileri.
Bu örnekleri çoğaltarak, yüzlercesini yazabilirim. Aklıma bir çırpıda geliverenler bunlar.
İnsanlara, giydikleri elbisenin, taktıkları kravatın, bindiği arabanın markasına, oturduğu evin semtine ve büyüklüğüne, içindeki tuvalet sayısına göre değer verir olduk. Yaptıklarına, ürettiklerine göre değil.
40 yılda nasıl bu hale gelebildik? Bizi nasıl bu hale getirdiler? Bunu başkalarına değil, asıl kendimize sormamız lazım.
Ben akşamları tek bir odada yanan sobanın üstünde kestane pişirdiğimiz, güzel Türkçe’siyle haberleri dinlediğimiz Zafer Celasun ve Jülide Gülizar’lı tek kanallı radyomuzu, yolları tıka basa arabayla dolu olmayan çocukların neşe içinde koşuşturduğu, hırsızı, soyguncusu olmayan, biri öldüğünde komşularının getirdikleri yüzünden, 40 gün yemek dahi pişirilmeyen evleri olan, insanlarının yarınlarından endişeleri olmadığı bir ülke istiyorum. Varsın sobalı olsun, varsın tuvaleti dışarıda olsun, varsın odaların altında hayvan damı olsun, kadınların ekmek, reçel, turşu, salça, erişte, tarhana yaptıkları bir toplum istiyorum. Varsın giysilerimiz yamalı oluversin, hiç farketmez.
Saygılarımla.