Aslında sayı olarak bakıldığında, mevcut şartlar altında hiç de fena sayılmayacak kadar bilimsel araştırmanın ülkemizde yapıldığı ve yayımlandığı söylenebilir. Ancak, nitelik olarak bakıldığında, sonucu ile etkili olan yayın sayısının çok az olduğu görülebilir.
Acil tıp alanında da benzer durum diğer klinik dallar ile aynıdır. Ya akademik yükseltme gerekliliğini yerine getirmek için bilimsel çalışma planlanmaktadır ya uzmanlık bitirme tezi için ya da bilimsel aktivitelere katılımın desteklenmesi için.
Klinik araştırma yapmayı engelleyen en önemli neden ortadadır. Özellikle 3. basamak hastanelerinde görev yapan bizlerin, eş zamanlı olarak klinisyen, eğitmen, araştırmacı ve çeşitli kurul ve komisyonlarda üye veya yönetici olması beklenmektedir. Doğaldır ki, hepsini birarada yürütmek ve hepsinin hakkını vermek kolay değildir. Gelişmiş ülkelerde artık, ilgi alanlarına yönlendirilerek öğretim üyelerinin gelişimlerini sağlayacak programlar başlatılmıştır. Ancak, ülkemiz akademik ortamının gündemi henüz bundan çok uzaktadır.
Acil servisleri, klinik araştırmalar için veri toplayabileceğimiz alanlar olarak kabul ettiğimizde, çok sayıda hasta başvurusunun olmasının sanki iyi olacağı fikrine varılabilir. Hâlbuki hasta bakımını sürdüren bir klinisyenin eş zamanlı olarak klinik içinde bir çalışmayı sürdürmesi ve hasta bakan kişilerin veri toplaması mümkün değildir. Girişteki yığılmayı önlemek için hızlı bir klinik işleyiş yaratmaya ve malpraktis baskısı altında hata yapmamaya çalışan bilinç, araştırma yapılmasına olanak vermez. Bu yük altında yapılanların kalitesi de her zaman tartışmaya açılabilir.
Klinik yükü karşılaması istenen ve klinik çalışması ile gelir elde edeceği söylenerek yönlendirilen hekimden, bilimsel araştırma yapmasını beklemek hayal olur. Her ne kadar, bilimsel araştırmaları desteklemek adına fonlar yaratılsa da, bunların bürokrasisi ayrı bir sorundur. Yönetmeliklerde yer verilip sadaka gibi ek ödemeler dağıtılarak teşvik yaratılması da mümkün değildir.
Son dönemlerdeki en büyük gelişme, veri tabanlarının hemen çoğuna ücretsiz ulaşabilme imkânının sağlanmasıdır. Ancak yukarıdaki gibi nedenlerle bu destek de cazibe alanı yaratamamaktadır.
İşin diğer boyutu ise son yıllarda birkaç kez değişen Klinik Araştırmalar Hakkındaki Yönetmelik’tir. Etik kurulların bir kurulup bir feshedilmesi, form değişiklikleri gibi faktörler etik onay başvurularının sonlanamamasına neden olmuştur. Muhtemelen önümüzdeki birkaç yıl boyunca tıp alanında bilimsel yayın sayısında düşüş görürsek, şaşırmamak gerekir.
Ek olarak, ilaç araştırmaları için etik onayın Sağlık Bakanlığı tarafından verilmesi de ayrı bir konudur. Yerel kurullarda yer alan onlarca öğretim üyesi yetersiz midir ki, İlaç Eczacılık Genel Müdürlüğü tüm ilaç çalışmaları için nihai kararı vermektedir? Merkeziyetçi bir yapının daha bilimsel ve nitelikli yayınların çıkmasına olanak sağlayacağı öne sürülebilir. Ancak bu uygulama bizleri, İlkyardım Yönetmeliği’ndeki amaç ile sonuç arasındaki uyumsuzluk gibi bir sona da götürebilir.
Merkezi yapı, etik kurallar konusunda standardı yakalamak ve etik hatalar yapmamak için bir fırsat olsa da, yarattığı bürokrasi ve gerekçesi anlaşılamayan talepler sonucu, hem araştırma yapmak isteyenlerin şevki kırılmakta hem de süreç uzamaktadır.
Birkaç örnek vermek gerekirse: İlaç araştırması yapan her sorumlu araştırmacıdan, Yönetmelik’in 21. maddesinde belirtilen yükümlülükleri yerine getirmek için bir eczacı görevlendirmesi istenmektedir. “Eczacı olmadan çalışma yapılamaz mı?” sorusu aklınıza gelebilir. Daha ilginç bir şekilde, başka bir çalışma başvurusunda eczacının hastane başhekimi tarafından görevlendirildiğine dair yazının eklenmesi istenmektedir. Eczacı görevlendirilmesi istenen bir çalışmanın ikinci başvurusunda ise eczacının ıslak imzalı öz geçmişinin gönderilmesi talep edilmektedir. Islak imzalı öz geçmiş olmadan onay çıkmamaktadır.
Yine bir başvuruda, araştırmacılara ait öz geçmiş formlarının her sayfasının imzalanması istenmektedir. Hani diplomasının istenmesi kabul edilebilir de, imzalı öz geçmişe göre çalışmaya onay verip vermemek gibi düşünce mi mevcuttur?
Üst yazıda yer alacak taahhüt cümlesinin “imzadan hemen önce gelecek şekilde bulunması” gibi şekilsel detaylar bulunmaktadır. Çalışma protokolünün tam okunmadığını düşündüren soruları da görmek mümkündür. Başvuru sahiplerinin çoğunun benzeri yanıtlarla karşılaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Klinisyenlerin içinde bulundukları şartlar altında, kaliteli bilimsel araştırma yapmak adına ne kadar başarılı olabileceklerini yetkili üst yönetimlerin artık masaya yatırması kaçınılmazdır. Sorunu ise ancak işin mutfağında aktif olarak çalışan kişilerin görüş ve önerilerini dinleyerek çözebilme şansı olduğunu unutmamakta yarar vardır.