İnsan genomunun potansiyel kodlama kapasitesinin belirlenmesi günümüzde merak edilen ve üzerinde yoğun olarak çalışılan önemli konulardan birisidir. İnsandaki gen sayısının tahmin edilenin alt sınırından da düşük çıkması (19,599 gen), genlerin etki mekanizmaları konusunda farklı yaklaşımların ortaya çıkmasına neden olmuş ve “bir gen? bir protein” şeklinde özetlenebilecek eski görüş artık terkedilmiştir.
Nitekim insan genlerinin sayısı meyve sineğinin gen sayısının ancak iki katı kadardır. Fakat gen sayısı, insanın tüm proteinlerinin oluşturulmasında esas olan genetik farklılık için gerekli olan mekanizmalardan yalnızca birisidir. Gen sayısı bakımından, diğer canlılardan önemli bir farklılık ortaya koyamayan insanoğlu, farklılığını göstermeye çabalarcasına, bu kez başka başka yönlerde araştırmalara koyulmuştur!
Yayımlanan bir araştırma sonucu, insanlara biraz nefes aldırtacak gibi gözükmektedir! Nitekim bu araştırma sonucu yayımlanır yayımlanmaz (Trends in Genetics, Şubat 2005, sayfa 77-81) pek çok yerde yankı uyandırmıştır. Bu araştırma insan ve diğer canlılar (fare, rat, tavuk ve meyve sineği gibi) arasında gen sayısı bakımından değil fakat başka bir yönden çok büyük bir farklılığın olduğunu göstermektedir: İnsan genomu kendi genetik bilgilerini diğer omurgalılara göre çok daha fazla “tashih” etmektedir. Merak edilen husus; acaba bu “tashih” işlemi mi bizi diğer organizmalardan daha akıllı yapmaktadır? Genetik bilgilerin “tashih” işlemine ilişkin bir mekanizma eskiden beri bilinmektedir: Yapısal genler, proteinleri oluşturmak üzere okunmaya başladığı zaman, önce bir aracı molekül oluşturulur (mRNA), daha sonra bu molekül üzerindeki protein kodlamayan kesimler (intron) çıkarılır. Bu olay çok iyi bilinen bir “tashih” mekanizmasıdır, fakat bundan bir başka mekanizma daha vardır ki o da insandaki transkript denilen oluşumların işleyişidir. Örneğin, tashih işlemi bir enzimin A harfini (adenosine) I harfine (inosine) dönüştürmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Son yıllarda “RNA tashihi” ya da orijinal terimi ile “RNA editing” mekanizması üzerinde yoğun araştırmalara girişilmiştir. Özellikle 2004 yılında farklı farklı araştırma grupları, bu “RNA tashihi” denen olgunun insan mRNA moleküllerinde çok yaygın olarak görüldüğünü ve özellikle Alu dizilerinin öneminin altını çizmişlerdir. Tüm insan genomunun %10 kadarını oluşturan Alu dizileri kısa ve tekrarlayan genomik “hurda” dizilerinden meydana gelmektedir. Her haploid insan genomunda yaklaşık 1,000,000 Alu kopyası bulunmaktadır ve SINE olarak sınıflandırılmaktadır.
Alu için bazı araştırıcılar “oldukça başarılı bir hayat formu” açıklamasını getirirken diğer bazıları da bunların “yeni mutasyonlar ve gen kombinasyonları oluşturarak evrim olgusunda çok önemli rol oynadığı” görüşünü ileri sürmektedirler. Nitekim Alu dizisi yalnızca insanın da içinde bulunduğu primatlarda görülmektedir. Biriken Alu kopyalarının 65 milyon yıl önce diğer omurgalılardan primatlara yayıldığı ve yaklaşık 40 milyon yıldır da amplifikasyon hızının büyük oranda azaldığı ileri sürülmektedir. Şubat 2005 ayı içerisinde yayımlanan ve yukarıda sözü edilen araştırma, bir ilaç firmasının bir üniversite ile işbirliği sonucu ortaya çıkan bir İsrail araştırmasıdır. Araştırması yapılan bu tip “RNA tashihi” (A?I) olgusundaki eksiklik ya da yanlış düzenleme bir grup nörolojik hastalıkla ilişkili bulunmuştur: Amiyotrofik lateral skleroz, malign glioma, epilepsi ve depresyon gibi. Bu araştırıcılar ayrıca insan genomundaki 1600 gene yayılmış olan toplam 13,000 edit bulmuşlar, yani her 5,000 baz çiftine karşılık 1 edit düşmektedir. Buna karşılık, insan dışındaki diğer türlerde (fare, tavuk, rat, meyve sineği gibi) 66,000 baz çiftine karşılık 1 edit bulunabilmiştir.
Bu araştırıcılardan birisi “insanda görülen bu yoğun tashih olgusunun, insan beyninin kompleksliğini arttıran bir mekanizma olarak düşünebileceğini” ileri sürmektedir.
Burada özellikle vurgulanması gereken iki husus ortaya çıkmaktadır: Birincisi, bazı yayın organlarında çıkan yanıltıcı yazıların yönlendirmesiyle oluşan genel kanının aksine, insandaki nitelik ya da hastalıkların çok büyük bir bölümünün yalnızca tek bir genin etkisiyle değil fakat daha fazla moleküler sistemin karşılıklı etkileşimiyle ortaya çıktığıdır. Dolayısıyla insandaki gen sayısının azlığı bir kusur olmadığı gibi, bunun yerini tutacak, fakat henüz yeni yeni anlaşılmaya başlayan mekanizmalar bulunmaktadır. İkincisi, primatları diğer omurgalılardan farklı kılan Alu sistemi gibi daha pek çok sistemin, insanın kompleks yapısının ortaya çıkmasına neden olabileceği hususudur.
6