“Neden El Cerrahı Oldum” konusunda El Cerrahisi Ulusal Kongresi’nde sunduğum düşüncelerimin devamını burada paylaşıyorum.
Gerçekten ben neden el cerrahı olmuştum? “Eh, oldum işte” diyebilir miyim? Bu bir izah tarzı olamaz tabii. Gerçek bir açıklamada bulunmak için birçok öğenin birleştirici olacağını düşündüm.
Bireysel olarak insan eline nasıl ve ne zaman odaklanmaya başlamıştım?
İlk hatırladıklarımdan biri annemin uzayan tırnaklarımı kesmesiydi. O tarihlerde tırnak, bizim ülkede şimdiki tırnak makaslarıyla yaptığımız gibi kesilemiyordu. Annemin kullandığı makasın gerçekten cerrahi makas olduğunu uzun yıllar sonra üzerindeki firmanın yılanlı ambleminden anladım. Annemin düzgün kesişlerindeki el becerisi ve cerrahi makası kullanmasını hayranlıkla izleyişim odak noktalarımdan biri olmuştur. El kullanma becerisi ve cerrahi makas…
Buna bir de temizliği ekleyebiliriz. İlkokula başladığım ilk günde en ön sırada oturuyordum. İlk derse başlarken öğretmenime “ellerimize, tırnaklarımıza bakmayacak mısınız?” diye sorup anında ellerimi sıranın üzerine koymuştum. Aklımca temiz ellerimi göstermek istiyordum. Yanımdaki arkadaş da bana bakıp ellerini sıranın üzerine koydu. Bütün sınıf aynı şeyi yapınca öğretmenimiz ilk günün hatırına bir şey demedi, tüm sıraların arasında şöyle bir dolaştı. Belki de o gün hiç akılda olmayan bir eylemle eğitime başlamış olduk. Temizlik, el ve tırnak muayenesi…
Adeta bugünkü korona pandemisi paniğindeki el hijyeni vurgulamasını hatırlatıyor, değil mi?
Yine küçüklüğümü anımsıyorum. Bir tekir kedi yavrusu gördük sokakta, eve aldık. Yavruyken çok sevimli ve oyunbaz olur kedi yavruları. Annem kedinin başındaki siyah çizgileri göstermişti. Beş siyah çizgi olursa, o kediye Hazreti Peygamberimizin eli değmiş, okşamış diye anlatırdı. Bununla annem hem dinsel açıdan saygıyı hem de hayvan sevgisinin kutsallığını aşılıyordu. Kutsal el ve hayvan sevgisi…
Babam ilkokula cumhuriyet öncesi elif, lam cim ile başlamış, bir gün de Kuran okuma dersinde bir arkadaşı ile yaramazlık yapmış, hoca tarafından falaka cezası almış. “Padişahım çok yaşa” dedikten sonra cuma tatiline çıkarlarmış. Cumhuriyetimizin ilanından sonra da eğitimlerini Türk maarif ve terbiyesi ile tamamlamışlar (Nereden nereye…). Ben bunları doktor olduktan sonra öğrenmiştim. İşte o eğitim sırasında babam öğrendiği bir okul şarkısını bize mırıldanırdı. “İki elde on parmak, lüzumsuz mu görünür. Kanun, ut, piyanoda; do, re, mi, fa, sol, la, si, do seslerini kim verir? El parmaklarla övünür.” Çok hoşuma giden bu şarkıyı defalarca söylettirmeye çalışırdım. Hala tınısı kulaklarımdadır. El parmaklarla övünürmüş demek…
İlkokulda bir gün zamanın en ünlü sihirbazlık ustası Zatı Sungur okulumuza gösteri yapmak üzere geldi. Tüm sınıfları bir arada barındıracak büyüklükte salon yoktu okulda. Girişteki büyük alanda yapılırdı müsamereler. Oraya sıralar, sandalyeler konur, sanatçıları çok yakın, neredeyse iç içe izlerdik. İllüzyon ustası el çabukluğuyla birçok marifetler gösterdi. En sonuncusu da şapkadan canlı tavşan çıkartmasıydı. Hayranlıkla izlemiştik, uzun zaman etkisi altında kaldım. Sihir, el çabukluğu, marifet…
İlkel çağlardan beri sihri, yani büyüyü büyücüler, yani sihirbazlar kullanarak bir çeşit tıp hizmeti vermiyorlar mıydı? Bir yandan, uyguladıkları tedaviler insanları sihirli bir şekilde iyileştirince tıpla ilgili bir köprü kurulmuyor muydu? Günümüzde tıp uzmanına bu sihir deneyimleri için sihirbaz denmeyecek kadar bilinçliyiz. Ancak, bir hekimin kendi otoritesini ve karizmasını kullanarak hastalarını belirli bir tedavi uygulanmasına ikna etmesi de bir nevi sihirbazlık demek değil midir? Yani, hekimler burada belirli bir tedavi planı izlemek için yönlendirme yapıyorlar. Hastaların birçoğu doktorlarına inanır, hele de iyi olursa ona karşı büyük sevinç ve hayranlık duyar. Bir sihirbaz en çok ellerini kullanarak sanatını icra ederken aynen cerrahlar gibidir. İkisi de ellerini iyi kullanırsa sonuç başarılı olur. Sihirbazlık, doktorluk, el becerisi, ikna etme ve başarılı sonuç!
Bir gün okul çıkışında evlerimize giderken kızlar da dağılıyordu. O zamanlar 11-12 yaşlarındaydım. Kızlar, erkekler ayrı okullarda okuyorduk. Haylaz, biraz da hiperaktif bir arkadaşım kızları kastederek “Parmaklarımızın ucunda gözlerimiz olsa, ne güzel, onların içlerine girer, oralarını gözlerdik” dedi. Çocukça gülüştük, geçtik. Bana bu düşüncesi çok terbiyesizce gelmişti o zaman. Ama olay bilinçaltımı çok etkilemiş ki, farkında olmadan fırsat buldukça boş saatlerde parmaklarımın ucuna, tırnaklarıma hep değişik gözler çiziyordum. Zaman içinde bazı olayların değerlendirilmesi insanı değiştirebiliyormuş meğer. Nereden bilebilirdim ki, o zaman edep dışı gördüğüm bir esprinin yarım yüzyıl sonra tıpta çığır açan endoskopik, artroskopik ve benzeri türden ne aklınıza geliyorsa başarılı operasyonlarda kullanılacağını. Şimdilerde öyle cin fikirli bir genç görsem onu ayıplamak yerine teşvik etmeyi yeğliyorum.
Lisedeyken, Atatürk’ümüzü görmüş Türkiye’nin yetiştirdiği cumhuriyet öğretmeni bir edebiyat hocamız vardı. Bir gün sınıfa kırmızı bir gülle girdi ve ders konusu işlenirken herkesten bir mâni yazmasını istedi. Ben de o güzel kadına, “El güzel, yüz güzel, o gülü bana ver ey güzel” diye bir tekerleme yazdığımı hatırlıyorum. Tabii bunu kendisine okumamıştım. El ve güzel, birbirini tamamlayan sözcükler. İlginç. El ve güz-el…
Biraz daha büyüdüm. Tıp fakültesini kazandığımda saygıdeğer büyüklerim “doktor bey” diye takılırlardı. Etrafımız da bizi sanki doktormuşuz gibi görürdü. Gerçi doktor sayısı da azdı; üç tıp fakültesi vardı, daha üçüncüsü mezun bile vermemişti. Anatomi dersindeydik, hocamız Prof. Dr. İbrahim Veli Odar Orta Asya lehçesiyle konuşarak insan evrimi için, “Ne zaman iki ayaklı cinsler ortaya çıkıp hareket etti, medeniyet o zaman başladı” derdi. Yine elin insan ön beyninde (frontal lob) oldukça büyük bir alan kapladığını ve ilk insanlara yardımcı olabilecek büyüklü, küçüklü alet edevat üretmeye başladığını anlatmıştı.
İki ayağın üzerine kalkan atalarımızın homo sapiens oluncaya kadar elleri kolları atrofiye olmamış, aksine daha da gelişmiş ve el antropolojik olarak en çok farklılık gösteren başparmağı kazanmış. Başparmağın en kısası şempanzelerde, biraz daha uzunu gorillerde bulunsa da başparmak opozisyonu, yani “O” hali / durumu sadece insanlarda oluyor. Bu da insanların diğer canlı varlıklardan farklı ve üstün oldukları anlamına geliyor. Tabii, beyin gücü ve zekânın da farklılaştığını biliyoruz.
İki ayak üstündeki insanın ilk şekli olduğu düşünülen ve 3,2 milyon yıl önce Etiyopya’da bulunan Lucy adlı kadın fosili, ilk defa ellerini ve gelişmiş başparmağını kullanarak bebeğini kucaklıyor veya tutuyor, belki de bir eliyle çocuğunu gezdirirken diğer eliyle ormanda onun için meyve topluyordu. Kim bilir, basit diye gördüğümüz bu işlemler Lucy için belki de en büyük mutluluktu. Elini kullandığının, evrim tarihinde çağ atladığının bilincinde miydi acaba?
Yıllar ilerledi. Amerika’da ortopedi asistan hekimliğine benimle aynı yıl başlayan Tayvanlı bir devre arkadaşım vardı. Dr. Tsu Min Tsai, ülkesinde özel hastanesi olan, o zamana kadar kişisel olarak binden fazla el replantasyonu yapmış, mikrocerrahide el becerisini kanıtlamış büyük bir hekimdi. İhtisas bitiminde, 24 saat aralıksız acil hizmet veren dünyanın sayılı ilklerinden bir el cerrahi merkezinde çalışacaktı. Bu hastanenin ilk ortopedi asistanlığı benimle başlatıldı ve çok yararlı olduğu görülmüş ki, kırk yıldır üçer aylık rotasyonlarla devam ettiriliyor. Bu süre içerisinde yaratılan her fırsatta el cerrahisi ameliyatlarını izlemem benim el cerrahisine bire bir ilgimi artırdı.
Günün birinde uzay bilimleri dalında üniversite hocalığı yapan ve aya ilk adımını atan Neil Armstrong, çiftliğinde kamyonetinin kasasında sıyrılarak kopan yüzük parmağının onarılması için acilen el cerrahi merkezine getirildi. Camın arkasından da olsa ameliyatı canlı izlemem, benim için meslek hayatımda unutamayacağım bir olaydı ve Dr. Tsai’nin de içinde bulunduğu ekip operasyonu başarıyla gerçekleştirmişti. Neil Armstrong’un iyileştikten sonra eşine, “İkinci bir defa böyle bir olayı yaşamak istemiyorum, artık evlilik yüzüğümü takmayacağım, kusura bakma,” dediğini gazeteler yazmıştı.
Bu olayın da, ilerde el ve mikrocerrahisine başlamak için karar vermemde bir dönüm noktası olmuştur diye düşünüyorum. Daha sonra, fellow olmak için başvurdum ve kabul edildim. Dünyanın en iyi el cerrahisi merkezlerinden birinde bu fırsatı yakaladığım için kendimi şanslı hissediyorum.
Özetle, insan eli keşfedici, arayıcı, tarayıcı, bölüp birleştirici, toplayıcı, doğrayıcı, aynı zamanda seven, okşayan, yumruk atan, oyun yapan, birçok işlevi bir arada yapan nadir organlardan biri olduğu için el cerrahisini seçmiş olabilirim. Elin ne yaptığını ve ne olduğunu anlamak karmaşık bir uğraş. Kişilere özgü el becerilerinin insandan insana değişen ve her türlü sürprize açık olması ilgimi çekmiş olabilir. El ve beyin arasındaki olağanüstü etkileşim ve yaratıcılığın iş birliği dikkatimi çekmiş olabilir. Bir doktor olarak, elin üstünde yine ellerle çalışabilme kavramı içimdeki heyecanı tetiklemiştir. Çünkü her görülen yeni bir el yeni bir hikâye, yeni bir insandır.
Belki de el cerrahisini kendi kişiliğime de uygun gördüm. El cerrahisi biraz ayrıntılara düşkünlük, sabır, dayanıklılık ve minik objeler üzerinde çalışma isteği, sorun çözme ve karar verebilme becerileri, yaratıcı çözümler arayabilme niteliklerini gerektiriyor.
El cerrahisi Türkiye’de bizim kuşaklarla başladı ve üstün performans ve başarıyı yakalayan gençlerle devam ediyor. Yetişen ve beni aşan genç arkadaşlarıma güveniyor, onlarla gurur duyuyorum. Gün beraberlik günüdür.
Şimdi ellerimizi ve kalplerimizi birleştirelim, birlik ve beraberlikle her şeyin üstesinden gelebiliriz.
1 yorum
Tramvayda bugün (18EKİM 2023)tartıştığım vatman olayında: SİZİ TANIDIM VE MUHTEŞEM BİR İNSAN OLDUĞUNUZU HEMEN ANLADIM..SAYGILARIMLA HERZAMAN GÜZEL GÜNLERİNİZİ DİLERİM..
NOT:EN ZOR MAKİNA İNSAN VÜCUDUNDA OLUŞMUŞ!
EL/AYAK MEKANİZMALARI İÇİN A. B. D.MAKİNA MÜHENDİSLİK EĞİTİMİMDE BİR BİLİMSEL KONFERANSTA ÇOK ÖNEMLİYDİ..
E. y. Müh. Dz. Yb. (Gazi)