Özellikle globalleşmenin olanca hızıyla yayıldığı 21. yüzyılda uluslar arası iletişimin en üst düzeye çıkarılması ve bunu sağlamanın altyapısını oluşturacak olan yurt dışında kurumlarda yaptırılacak eğitim-öğretimin yararlarını yok sayacak iyi niyetli birilerinin olacağını sanmıyorum. Diğer bir deyişle hemen herkes bizde olmayanların yabancı ülkelerden alınarak eksiğimizin tamamlanması konusunda aynı düşünce platformunda toplanmaktadır. Sorun olan husus, bizde çok daha iyisi olduğu halde ya özenti ya bilgi eksikliği ya da başka (!) nedenlerle yurt dışı eğitim-öğretimin neredeyse teşvik edilir hale gelmesindedir.
Türkiye’nin, örneğin bazı tıp dallarındaki düzeyinin Avrupa ya da Amerika’dakinden çok daha ileride olmasına karşın aynı dallarda lisansüstü öğretim için yurt dışına eleman göndermenin mantığını anlamak mümkün değildir. Tıp alanındaki gelişmeyi bir kenara bırakırsak, keza iletişim alanında da Türkiye’nin girmeye çalıştığı Avrupa Birliği’nden hiç de aşağılarda olmadığı ilgililerce her fırsatta vurgulanmaktadır. O zaman bütün bu gelişmişliğimizi görmezlikten gelen aksi davranış niye? Eğer sorun elemanınızın lisan öğrenmesi ise bunu yurt içinde halleder ondan sonra da bilgi ve görgüsünü artırmak üzere belirli bir süre yurt dışına gönderirsiniz.
Yeri gelmişken farklı fakat ilişkili bir konudaki fikrimi de söylemeden geçemeyeceğim: Yabancı dille eğitime tümüyle karşıyım, fakat yabancı dil bilmenin ve dolayısıyla yabancı dil öğretmenin tamamen yanındayım. Modern öğretim teknikleriyle çok kısa sürede yabancı dil sorununu çözme imkanları doğmuştur. Artık eskisi gibi değil, ortaokul ve lisede her yeni sınıfa başlarken her seferinde “it is a book” deme devri kapanmıştır. Çok tartışmalı olan ve neredeyse ülkenin geleceğini vesayet altına alan bu konuyu şimdilik bu kadarla bırakmak istiyorum.
Üniversiteler de öğretim elemanları yabancı dil sorununu doçentlik aşamasında değil uzmanlık aşamasında çözmüş olmalıdır. Yoksa doçent olacağını beklediğiniz kişinin 14-15 yıl yardımcı doçent olarak istihdam edilmesi garabetine düşülecektir. Eğer bir kişi, eskiden olduğu gibi dört yıl içerisinde doçent olamazsa öğretim görevliliğine indirilir, ikinci dört yılda da doçent olamazsa üniversiteyle ilişkisi kesilir. Çok üniversite açtık diye yardımcı doçentlik kamburunu her şeye rağmen sırtımızda taşımak bu ülkenin kaderi değildir ve bu ülke bu tür hovardalık yapabilecek ne bilgi birikimine ne de maddi imkanlara sahiptir.
O halde yapmamız gereken şudur: Kendi ulusal eğitimimizi vereceğiz, yabancı dilleri öğreteceğiz ve eksik olanları da dışarıdan tamamlayacağız. Aksi halde bugünkü taklitçiliğin ötesine geçemeyiz. Çin bunu başarmış, bizim de başarmamamız için hiçbir neden yok.
Bir başka husus da bir okurum tarafından dile getirilmektedir: Tıbbi sekreterlik için bazıları bir yüksek okul bitirmek zorunda kalırken bazıları Halk Eğitim Merkezlerinde verilen bir aylık kurslarla tıbbi sekreter oluvermektedir. Konunun ayrıntısının bilmiyorum, fakat benzer bir hususu hatırlatmakla yetineceğim. Çoğu kişinin hatırlayacağı üzere 1980 öncesinde o zamanki eğitim enstitülerinden bir iktidar 3 ayda öğretmen mezun edince, bir başka iktidar da 1 ayda mezun etti. Bana göre eğitim hayatımızdaki çöküşün temelleri de böylece atılmış oldu. Her meslekte liyakat önemlidir ve özellikle kamu idarecileri buna özen göstermek zorundadır.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.