Allah aşkına nedir bu kepazelik böyle!
Dâhilî hainlerimizin ve bedhahlarımızın düşmana rahmet okuttuğu zamanımızda, hekimlik mesleğimizin "tarihi mesuliyeti" bilinci ile, evvela kendimize çeki düzen vermemizin gerektiği düşüncesi, beni bir hususu gündeme getirmeye mecbur bıraktı.
Perişanlık, boş vermişlik, döküntülük, hırpanilik, pejmürdelik, suflilik ve berduşluk…
Bazı şahsiyet zaafı olanların mesleğimizi ve meslektaşlarımızı rencide etmeye ve hekimlere düşmanlık göstermelerine karşın, onların bu gayretlerine biz de tuz biber olmaktan hiç de geri durmuyoruz maşallah!
"Hoca"lığım tuttu bugün. Âdâb-ı muaşeret hususunda biraz dikkatleri çekmek istiyorum.
Tamam, biliyorum yapılan insafsız düzenlemeler, kindar ve öç almaya matuf uygulamalar, aşağılık kompleksinin yansımaları ve "her türlü kötülüğün sebebi hekimlerdir" zehabıyla toplumun provoke edilerek, doktor düşmanlığının körüklenmesi psikolojimizi bozmakta, hayatımızı alt üst etmekte, yaşama ve meslek ifa etme sevincimizi tüketmektedir.
Lâkin, biz hekimlerin de her ne olursa olsun, gerek kendimize, ve gerekse meslektaşlarımıza, sağlıklı insanlarımıza ve de hastalarımıza karşı mesuliyetlerimiz ve her hâlükârda mecburiyetlerimiz vardır. Genellikle mecburiyette mesuliyet, mesuliyette de mecburiyet aranmasa da, hukuk ve kanunlar muvacehesinde olmasa da, hekim her durumda, mesleki pozisyonu itibari ile, bir çok hususta deontoloji, etik ve vicdan kaidelerince mesul ve mecburdur.
Hekim, giyiminden, kuşamından, kılığından, traşından, elbisesinin ütüsünden saçının düzeninden ve taranmasından, sakalının-bıyığının durumundan, oturup kalkmasından, konuşmasından, bir şey yiyip içmesinden, kullandığı parfümünden, makyajından, temizliğinden, meslektaş ve insan ilişkilerinden, kravatının uyumundan, pabucunun boyasından velhasıl hayata dair her şeyden mesul ve mecbur olduğunun bilincinde olmalıdır. Özellikle genç meslektaşlarımız için, bu hususların ehemmiyeti üzerinde durmak istiyorum. Zira gördüklerim ve işittiklerim, beni buna mecbur ediyor.
Saçı sakalı birbirine karışmış, estetik ve zerafet kaidelerinden bihaber, şık ve güzel giyinmeyi bilmeyen, parfüm kuyusuna batmışcasına burnumuzun direğini sızlatan kötü kokular kullanan, karşısındakini rahatsız edecek derecede abartılı ve dengesiz makyaj yapan, tırnak bakımının yanından geçmemiş, diş fırçalamayı unutmuş meslektaşlarımızın, branşlarında çok iyi yetişmiş olsalar bile, karşısındakine yeterli derecede güven veremeyeceğini, bu nedenle de tedavi sonucunu menfi anlamda etkileyebileceğini, bütün bunların hem kendimize, hem de muhataplarımıza karşı olan saygınlığımıza halel getireceğini, fakülte yıllarında, eğitim ve öğretim süresi boyunca, hem derslerinizde hem de vizitlerimizde sizlere üzerine basa basa anlatmadık mı?
Hele hele, belli bazı koltuklara ve pozisyonlara atanan bir kısım meslektaşlarımızın dahi, kaba saba konuşma tarzlarını, uyumsuz ve zevksiz giyimlerini, sakal ve bıyıklarının rahatsız edecek derecede düzensiz ve karmakarışıklığını görünce, atamalarda bu kriterleri gözardı eden yetkililerin de dahli olduğunu düşünüyorum.
Bütün bu eksiklikler, ilk etapta çok ehemmiyetli gözükmese de, mesleki ve makam ciddiyetini de zedelemektedir. Bu nedenle, hangi kurum ve kuruluşta olursa olsun, atama yetkisinde olan zevatın da bu kaidelere riayet etmesi ve dikkate alması gerekir.
Uzun zamandan beri, bu konuyu ele alan bir makale yazmayı tasarlıyor olmama rağmen, mesleğimizle ilgili hususlarda sık sık gündem değişikliği sebebi ile, ancak fırsat bulabildim. Umarım, dikkatleri çekebilmiş ve faydalı olabilmişimdir.
Birlik ve beraberliğimizin, tefrikadan uzak, hainlere ve düşmanlara fırsat vermeden, istikbal ve istiklâlimizin muhafazası için ebediyyen dâim olması temennilerimle bitirelim.
Evet, evet… Rubâîsiz olmaz.
(İsmail Hakkı AYDIN, Ya Hayy!, Ötüken Yayınları, 2014, İstanbul)
BU GECE
(Mef’ûlu, Mefâîlü, Mefâîlü, Feûl)
Her sırrını açtın bana, mağrûr bu gece,
Hikmetli bakışlar yine mahmûr bu gece,
Senden gelecek her şeye râzı yüreğim,
Aşkınla yanarken sana, pürnûr bu gece.