Neme lazımcılığın, TDK Sözlüğünde anlamı: “Gerekli şeylerle ilgilenmekten kaçınma , bir şeyi umursamama durumu; neme gerekçilik” olarak geçiyor. Bu durum bireyleri, kurumları giderek toplumu öyle sarmış ki , bir çok kişi elini sıcak sudan soğuk suya sokmayı istemiyor. Elini taşın altına koyanlara, kurumunda ya da toplumda bir şeyler düzelsin diye uğraşanlara da enayi gözüyle bakıyorlar,
Meşhur hikayeyi hepiniz biliyorsunuzdur. Kanuni Sultan Süleyman ya da lakabı ile “Muhteşem Süleyman”, her zaman fikir danıştığı, Yahya Efendiye bir elçi göndererek “ bu devlet yıkılacak mı ? Yıkılacaksa ne yıkacak ?” diye bir sor der. Yahya Efendi “ “neme lazım “ diye cevap verince , “ben sana devletin bekası ile ilgili bir soru soruyorum sen bana neme lazım diyorsun, cevap vermiyorsun” diye kızar. Yahya Efendi ise “Padişahım ben sorunuzu cevapsız bırakmış değilim. Cevap verdim. Yani bu devleti neme lazımcılık yıkacak “ diye cevap verir.
İş yerinde kötü giden bir sistemi düzeltmeye mi çalışacaksın, girişimde mi bulunacaksın biraz destek mi istedin ,neme lazımcılar hemen ortaya çıkarlar. Kimisi direkt olarak lütfen beni karıştırma der, kimisi benimle ne ilgisi var der, valla bizden sonrakiler düşünsün diyenler, abicim tamam da niye bu kadar uğraşıyorsun diyenler, , sen de biraz boşver hayat kısa diyenler.. Çünkü topluma için yapılmak istenen bir işin sadece bu amaçla yapılabileceğine olan inançlarını çoktan yitirmişlerdir. O kadar da çoklar ki..
Eve geliyorum, zemindeki dükkan sahibi dükkanın önüne kimseden izin almadan demir kilitli bir barikat koymuş. Hadi gündüz anladık, gece de kimse park edemiyor. Kapıcı görüyor yönetici görüyor, profesyonel şirket yetkilisi var apartmanı gözeten o da görüyor. Hiç birisi ses çıkarmıyor. Valla en az 3-4 gün bekledim. Birisi çıksın da uyarsın diye acaba adamı haklı mı buluyorlar diye bile düşündüm. Sonunda dayanamadım bir akşam dükkan sahibine sen bunun için izin aldın mı diye sordum. O da gündüz sorun yaşadığını , dükkanının önü olduğunu anlatıp bir süre dil döktü, ben ısrar edince hık mık edip engeli kaldırdı. Akşamına ilk parkeden de neme lazımcılardan birisi oldu. Pes doğrusu..
Bu tiplerin bazısı da öne çıkan insanlarla ilgili karakter incelemesine yöneliyor. Mesela birisi bana sen alfa karaktersin ondan bunlar dedi. Yani bu karakter tipi böyle olur diğerlerini de eleştirme, onların karakteri farklı olduğu için öyleler.. Yani kimsenin bir suçu yok, doğuştan böyle insanlar. Yahu insan bu kadar kolay kalıplara sokulacak bir varlık mıdır? Robotik kalıplar insanı bu kadar mı belirliyor. Beta ya da omega tiplerin ara sıra alfa olduğu olmuyor mu? .. Korkak diye nitelendirilen insanların , bazen cesur da davrandığı hiç mi olmuyor. Her zaman mı böyle davranıyorlar gibi bir sürü soru. Geliyor aklıma. Bir psikiyatrist arkadaşımla geçen gün yemekteyiz, ona hiç bir problemin çözümüne katkısı olmayan bir kişiden dert yanıyorum, onun biyokimyası öyle , o kadar yapabilir diyor. Herkes her şeyi çözmüş de bir tek ben çözememişim sanki.
Bu neme lazımcıların hepsinin ortak noktası edilgenlik, suskunluk, pasifizim kötümserlik ve tembellik. Ne sorgulama, ne bir iş yapmanın saadeti, stresten ve olumsuz duygulardan sürekli kaçınmaya çalışarak daha da stresli hale geliyorlar Bu durumun giderek , kişinin kendine güvenini, motivasyonunu ve başarı duygusunu azaltabileceğini hiç farketmiyorlar. Fikirlerini paylaşmadan, hayallerini gerçekleştirmeden, kendi haklarını bile savunmaktan aciz bir duruma düşerek, vicdanlarını susturuyorlar. Sorumluluklarını başkasına yükleyerek giderek bir birey olarak bile var olamadıklarını göremiyorlar.
Bu davranış şeklinin temelinde ne var bilmiyorum, ama neme lazımcılar “son tahlilde” bireysel çıkarlarını toplumun çıkarlarının üzerinde görüyorlar. Bence bunun her zaman ülkenin siyasal rejimi ile de ilgisi yok, demokratik dediğimiz toplumlarda da, otokratiklerde de benzer yoğunlukta görülebilir. Kendilerini ilgilendiren konularda bile neme lazımcılığı adet edinmiş birisinden, toplumsal konularda katılım beklemek zaten hayalcilik olur. Toplumda böyle bireylerin çoğalması korumamız gereken adalet barış dayanışma ruhu gibi değerleri de yok ediyor. Kapısının önünü süpürmekten aciz, giderek küçük çevresine, evine hatta odasına kapanarak kendini gerçekleştiremeyen sessizler topluluğundan kime ne fayda gelecek.,
Neme lazımcılık atasözlerimize bile girmiş. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi. Hatta bilge hikayelerini bile değiştirmişiz kendimize göre. Mesela üç maymunu oynamak bizde , neme lazımcılık olarak değerlendirilir, hâlbuki gerçek üç maymunun simgelediği değerler günümüzdekinin tam zıttı bir anlama sahipmiş meğer.
Üç maymun eski Japon Koshin Folk geleneklerinden gelen bir öğretinin simgesi imiş. İsimleri Mizaru, Kikazaru ve İwazaru olan üç maymun aslında bilge maymunlar,
İki eliyle gözünü kapatan maymun Mizaru, kötü gözle bakmamayı,
Kulaklarını kapatan Kikazaru, yalan ve kötü olanı dinlememeyi,
ağzını kapatan İwazaru ise kötü söz ve yalan söylememeyi öğütlüyormuş. Biz üç maymunu oynamak deyimini, etliye sütlüye bulaşmamak, bir nevi kurnazlık olarak yorumlamışız. Böyle değildik de nasıl böyle olduk bilemiyorum..
Sonuçta herkes herkese muhtaç, Bu dünyadan geçip gidiyoruz. İnsanlığın bahçesine bir gül atıp geçmek var, bir de her gün yarın başıma ne gelecek korkusu ile, huzur arayıp en küçük olumsuzlukta huzursuzlukla karşılaşıvermek. Çoğunlıuk bunu yeğliyor kanımca..
Bir olmaya, birlik olmaya, yardımlaşmaya, olumlu gelişmeler için bir araya gelmekte büyük yarar var. Konuşmaya, iletişimi geliştirmeye, biraz olsun ön yargılarımızdan sıyrılıp sorunları irdelemeye ihtiyacımız var. Yoksa bu gidiş gidiş değil..
Yazar Seçil Oğuz bir yazısında şöyle diyor:
“Bir kahvenin tadını bir insan sesi değiştirebilir. Berbat bir günü, bir insan yüzü güzelleştirebilir. Acı bir haberi, bir insan sözü hafifletebilir. Mutlu bir anı, bir insan daha mutlu yapabilir. İnsan insana lazımdır. Ama insan insana..”
Bu konuda aslında yazacak daha çok şey var irdelenmesi gereken ama yeteri kadar da yazdım galiba. Daha fazlasına da gerek yok yani, neme lazım ….
9 yorum
Çok güzel özetlemişsin. Toplumlarda, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ diyenler çoğunluktadır. Bu grupta olanlar, ‘korkak bezirgan, ne kar eder ne ziyan eder’ misali. kendilerini asla riske atmazlar,. Örnekte de belirttiğin gibi, bir olumlu bir gelişme olduğunda da ilk yararlananlar bu gruptakilerdir. Öncü olmanın, getirisi de, riskleri de çoktur. Osmanlı yıkılırken orduda ordumuzda paşa da, kurmay subay da çoktu ama, bir Mustafa Kemal ölümü bile göze alarak öne çıktı. Ondan daha kıdemli olanlar bile, onun emri altına girdiler. Fevzi Çakmak bile onun hocasıydı. Bandırma vapurundaki 19 kişiden, çok değil iki yılda, etrafında kendisine inanmış ikiyüz bin kişilik bir ordu kurabilmek, en azından, bilgi, cesaret ve yürek işidir. Uzun süredir ara vermiştin, yaşadıklarını, gördüklerini ve deneyimlerini yazmaya devam.
Çok teşekkürler değerli hocam.
Sevgili İsmail muhteşem bir gözlemin yazıya zarifçe dökülüşü.. ELLERİNE SAĞLIK…
Çok teşekkür ederim Oya hocam.
Sayın Haldun Gümer
Maalesef maddi hatalar içeren bir örnek vermişsiniz. Bandırma vapurunda;
yolcu sayısını 19 ile sınırlandırmışsınız.
Bandırma vapurunda; “Biri kadın üçü çocuk 79 yolcu, altı adet at ve bir de otomobil” vardı.
Ve üstelik;
Sizin iddia ettiğiniz gibi, Samsun’a çıkmak yalnızca bir “sergerde”nin verdiği karar da değildi.
Cumhuriyet’e uzanan millî kurtuluş hareketinin ilk adımını teşkil eden bu yolculuğun
Harbiye Nezâreti’nden Dahiliye ve Bahriye Nezâretleri’ne, zamanın Genelkurmayı’ndan
Sadaret’e ve Saray’a kadar devletin en üst düzeyinin dünya savaşı bozgunu sonrasında
birşeyler yapabilmek için beraberce hazırladıkları bir DEVLET OPERASYONU olduğunu ”
iddia eden yayınlar ve kitaplar var. Tarihi belgelere dayananan kaynaklardan yararlanılmış.
Kanatime göre yeni çıkan kitaplar da okunmalı, bilgiler “update” edilmeli, yenilenmeli…
https://www.kitapyurdu.com/kitap/bir-devlet-operasyonu-19-mayis-karton-kapak/513645.html
Bu pşatformda yazdığım bilgilere haiz yüzlerce kişi vardır. Ancak şahsen nemelazımcılık yapmayım, yeni bilgiler de var, yazayım dedim
Saygı ile…
h
Sayın Evren Büyük, yorumunda Bandırma Vapurunda 19 yerine 79 yolcunun bulunduğunu yazmış. Yalnız, ben yorumumda, vapurdaki tüm yolcuları değil, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte olan görevlileri kasdetmiştim. İsim isim yazmak gerekirse :
9. Ordu Kıtaatı Müfettişlik Karargahı :
1. Tuğgeneral Mustafa Kemal,
2. Kurmay Başkanı, Kurmay Albay Kazım,
3. Kurmay başkanlığı emir subayı Üsteğmen Hayati,
4. Kurmay başkanı yardımcısı Kurmay Yarbay Mehmet Arif
5. Harekat şubesi Md, Kurmay Binbaşı Hüsrev
6. Topçu Kumandanı, Binbaşı Kemal
7. Sıhhiye Reisi, Dr Albay İbrahim Tali
8. Sıhhiye reis yardımcısı, Dr Binbaşı Refik
9. Başyaver, Yüzbaşı Cevat
10. Kurmay Mülhakları: Yüzbaşı Mümtaz ve
11. Yüzbaşı İsmail Hakkı
12. Emir Subayı, Yüzbaşı Ali Şevket
13. Karargah Kumandanı, Yüzbaşı Mustafa
14. İaşe Subayı, Üsteğmen Abdullah
15. Şifre, Katip Faik
16. Şifre mülhakı, Katip Memduh
17. Şifre mülhakı, Üsteğmen Hikmet
18. Şifre mülhakı, Teğmen Muzaffer
19. Sivas’taki münhal bulunan 3. Kolordu Kumandanlığı için, paşanın seçtiği, Albay Refet. (1)
Mustafa Kemal o göreve, zamanın Harbiye Nazırının ve Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın önerileriyle, bizzat, Sultan Vahdettin tarafından atanarak gönderilmiştir.
(1). Selek S, Anadolu İhtilali, s, 215-225, 9. Baskı, Kastaş Yayınevi, İstanbul, 2000
Halkımızı ‘adam”dan saymayan zihniyet 2000’li yıllarda yaşıyormuş demek ki… Ben de bu bilgi ile hafızamı update ettim.
teşekkürler. sayın hocam.
İsmail Bey, çok güzel anlattınız. Kanımca bu toplumsal yozlaşmanın sonuçlarındandır. Bu neme lazımcılık yanında daha birçok duyarsız ve sessiz kalınan önemli konular vardır.
Teşekkür ederim hocam.Haklısınız.Şüphesiz eğitim, medya, küreselleşme bir çok faktör var insanları nemelazımcılığa iten. ama yine de kendi sorumluluğumuzu göz ardı edemeyiz.