Bir türlü ardı arkası kesilmeyen sağlık personeline ve hekimlere şiddet ve saldırı haberlerinin, her gün çalışanların moral ve mesuliyet düzenini bozması ve karamsarlık içerisine itmesi, “Nerede o eski hastalar!” serzenişinde bulunmamı ve aynı başlıklı bir makale kaleme almamı gerekli kılmıştır.
Evet, Evet. Nerede o eski hastalar! Nerede o doktora gideceği zaman tırnaklarını kesen, erkek ise traşını olan, ihtiyacı olmasa da yine tepeden tırnağa banyo yapıp, eski de olsa tertemiz çamaşırlar, çoraplar ve elbiseler giyerek dini bir merasimi andıran ritüel çerçevesinde hazırlık yapan hasta ve hasta sahipleri…
Hekimin karşısına çıktığında, bırakın ona incitici bir hâl ve hareket içinde bulunmayı, bilebildiği, tahayyül ve tasavvuru ile doğru orantılı en güzel kelimeleri ile saygısını ifade etmeye çalışan, organları ve bedenleri rahatsız olsa da, ahlakı bozulmamış haysiyetli, şerefli insanlar…
Şikâyetlerini ve problemlerini utana sıkıla ifade etmeye çalışan, hekimin tedavi plan ve programına harfiyen riayet eden, tavsiyelerini göz ardı etmeyen, kapıdan çıkarken kendilerince en güzeli olduğuna inandığı teşekkür sözcüklerini ve dualarını esirgemeyen, tetkik, tahlil ve reçetelerini dosyalayıp gözü gibi koruyan, tükenen ilaç kutularını dahi atmayıp biriktiren, müteakip kontrol muayenelerinde hepsini doktoruna ibraz eden o hasta ve hasta sahiplerine ne oldu!..
Nerelere gitti acaba, haddini bilen, canı istediğinde acil departmanlarını meşgul etmeyen, ortalığı velveleye verip, yetkili yetkisiz insanları torpil olarak kullanarak aklınca uyanık ve Şark kurnazı havalarına bürünmeyen, zavallıca sahte iltifatlarda bulunmayan, eski doktorunu yeni hekimine yaranmak(!) ve yılışmak için şikâyet etmeyen, kulaktan dolma bilgilerle ukalalık taslamayan ve yıllar sonra bile tedavi ve ameliyatını yapan kişiyi unutmayıp, hiçbir çıkarı olmadan, bayramdır seyrandır diye arayıp hâl hatır soran, kendilerini en yakınımız gibi görüp kabul ettiğimiz hasta ve hasta yakınları… Şimdi nerede onlar!
Nerede o yatarak tedavi gördükten ya da ameliyattan sonra taburcu olurken veya kontrole geldiğinde binlerce şükran duygularının ifadesi olarak birkaç yumurtayı, el örgüsü bir çift çorabı, bir bakraç yoğurdu, bir çerçeve balı, birkaç kilo fındığı, peyniri veya tereyağını doktoruna hediye olarak takdim eden o saf, tertemiz, buram buram samimiyet, minnet, terbiye, ahlak, tevazu, nezaket, zerafet ve Anadolu kokan hastalar…
Şimdi haklı olarak diyeceksiniz ki, “Peki, nerede o şefkat dolu, gözleri ışıl ışıl, güleç yüzlü, temiz ve pırıl pırıl giyimli, her gün traş olan, saçı taranmış, babacan ya da anaç tavırlı eski Doktorlar, Cerrahlar?”
Gazete Editörümüz, sayfa kısıtlılığı sebebi ile daha fazla uzun yazmamıza müsaade etmediği için(!) bu hususu bir başka makalemizde münhasıran ele alacağız.
Biraz dertleşmiş olduk meslektaşlarımızla…
Kırk yıllık bir müktesebatı olan “SANA GELDİM BAK DOKTOR!” isimli bir rubaimizle bitirelim!
(İsmail Hakkı AYDIN, Sûz-i Dilâra, Ankara, 1991)
SANA GELDİM BAK DOKTOR!
Sana geldim bak doktor, her yanımla hastayım.
Sevgi yoksulluğundan, yıllar boyu yastayım.
Sakın tersleme beni, ne olur gül yüzüme,
Merhametle elini uzat, şifa bulayım.