Bu yıl Amerikan Psikiyatri Birliği yıllık toplantısı 22-26 Mayıs 2010 tarihleri arasında New Orleans’taydı. Ben de 2003’ten bu yana birkaç istisnası dışında düzenli gelmeye calıştığım kongrenin bu yılki oturumlarına da katıldım. Bu çerçevede Kongre ve New Orleans’la ilgili kısa izlenimleri paylaşmak isterim.
Amerikan Psikiyatri Birliği bu yıl 163. kez toplandı. Bir geleneğin oluşması açısından önemli bir sayı. Biz de Türkiye’de 46. kez İzmir’de Ulusal Psikiyatri kongremizi toplayacağız. Türkiye Psikiyatri Derneğinin yıllık toplantısı ve bahar sempozyumu ise görece daha yeni bir toplantı. Bu da zannederim, bizde psikiyatrinin nöroloji branşından nisbeten yakın zamanlarda ayrışmış olması ile ilişkili… Amerikan Psikiyatri Birliği toplantısına 10 binlerce kişi katılıyor. Zaten Amerika’daki psikiyatrist sayısı yaklaşık 38 bin civarında… Ayrıca, bu kongreye bizim gibi dünyanın çeşitli ülkelerinden katılan yine binlerce psikiyatrist var…
Ekonomik krizden bu yana Amerika’daki bilimsel toplantıların güç kaybettiği; katılımcılarıın sayısının düştüğü, bilimsel içeriğin zayıfladığı, ekonomik olarak ilaç şirketlerinin desteğinin azaldığı hem gözlenen hem de konuşulan bir konu…
Bu yılki toplantıda ve geçen yıl San Francisco’daki toplantıda benim de gözlediğim, kongrenin güç kaybetmekte olduğu yönünde… Bununla birlikte bu güç kaybının konuşulan miktarda olmadığını da gözlüyorum. Yani, "APA artık bitmiş…" tarzındaki değerlendirmeleri abartılı buluyorum…
Toplantıda 500 civarında oturum yapıldı. Bazı salonların önlerinde uzun kuyruklar oluştu ve ilginin fazlalığından bazı dinleyicilerin izleme şansı bulamadığı oturumlar yapıldı.
Bunlardan biri de Trocki’nin torunu ve şimdi Amerikan İlaç Kötüye Kullanımı Kurumu (NIDA) Başkanı Prof. Dr. Nora Volkow’un dinleyicilerle etkileşimli olarak gerçekleştirdiği toplantıydı. Ben son anda bir dinleyicinin içeriden çıkması ile ancak girip dinleyebildim. Volkow burada yakın zamanlarda yaptığı ve alkol-madde kullanım bozukluklarının aslında bir beyin hastalığı olduğunu ortaya koyan beyin görüntüleme çalışmaları ile öne çıkıyor. Türkiye’den Ege Üniversitesinden meslektaşımız Doç. Dr. Ali Saffet Gönül ile de bildiğim kadarı ile ortak araştırmaları ve mesai paylaşımları mevcut…
Bu kongre esnasında onun başkanlığını yürüttüğü NIDA’nın kongre akışı içerisinde dikkat çeken bir dizi oturum oldu… Bunların bazılarında eroin ve benzeri opioid maddelerin tedavisinde metadon yerine yine bir kısmı opioid agonisti ilaç olan buprenorfinin önemli bir seçenek olarak ortaya çıkışına ilişkin önemli sunumlar yapıldı.
Yine bağımlılık ile ilgili olarak bazı genetik polimorfizmlerin nasıl sigara kullanımına yatkınlık oluşturduğuna ilişkin sunumlar vardı. Bu durum nasıl olup da bazı kişilerin haftada bir iki sigara içip de bağımlı olmadıklarını açıklayabilecek gibi görünüyor. Bunun yanında bazıları da hemen birkaç sigaradan sonra bağımlılığa yakalanabiliyorlar.
Kongrede benim dikkatimi çeken bir başka toplantı ise Pittsburg’daki psikiyatri ekibinin son 10 yılda öne çıkardığı kişiler arası ve toplumsal ritm terapisi (IPSRT)’ne ilişkin uzun paneldi. Burada Prof. Dr. Ellen Frank ve arkadaşları özellikle iki uçlu bozukluk hastalarının nasıl kişilerarası ilişkilerde yaşadıkları sorunlar nedeni ile günlük biyolojik ve toplumsal ritimlerinin bozulduğu ve bunun nasıl olup da hastalığın nüks etmesine yol açtığını anlattılar. Aynı zamanda bu tedavinin hamilelik ve emzirme döneminde de işe yarayabileceğini, ayrıca ergenlerde de kullanilabileceğini ortaya koydular. Bu tedavinin özünü hastanın kişiler arasında ortaya çıkan sorunları fark etme ve düzeltme ve ayrıca yatma-kalkma, toplumsal aktivitelere katılma saatlerinin düzenlenmesi içeriyor…
Alternatif ve tamamlayıcı tip (CAM) ile ilgili oturumlar da vardı. Bunlardan birinde bizim ülkemizde yaygın olarak tüketilen çörek otu da konuşuldu. Yine kantoron otu (St. Johns Wort), taurin, N-acetyl cystein gibi maddeler üzerinde de duruldu. Uzak Doğu felsefe ve dini uygulamalarının ruh sağlığına katkısı üzerinde duruldu…
Benim çalışmalarımı daha çok yürüttüğüm oksidatif stres ve antioksidanların psikiyatrik hastalıklar üzerindeki rolüne ilişkin veriler de kongrede sunuldu. Bazı araştırmacıların bizim Gaziantep’te yaptığımız çalışmalara sunumlarında atıf yapmaları da bizim açımızdan bir mutluluk kaynağı oldu…
Ben kongreyi izlediğim yönleri ile özetlemeye çalıştım… Şüphesiz hem söylenecek daha çok şey var hem de başka gözler başka konulara odaklanmışlardır… Şimdi biraz da şehirden bahsedelim:
New Orleans Meksika Körfezi yakınında ve Mississippi Nehri’nin denize döküldüğü civarda kurulu bir şehir. 350 bin nüfusu var. Olağanüstü bunaltıcı, sıcak ve nemli. Ben Adanalıyım ama, ona rağmen buradaki sıcaktan yıldım… Toplantılara bu nedenle hep klimalı servislere binerek gitmeye çalıştım…
Geçmişte burası Fransızlara aitmiş. Napolyon Döneminde artan savaş masrafları nedeni ile Amerikalılara 15 milyon dolara satılmış! Burada bir de gece eğlencelerinin yapıldığı Bourbon Caddesi var, burası benim gördüğüm Amerikan kentleri içindeki en "canlı-eğlenceli" mekân… Biraz "serbest" bir yer olduğunu söyleyebilirim. On yıl kadar önce gelen meslektaşlarımıza göre bu caddedeki eğlencelerin eskiye nazaran dozu kaçmış ve fazlaca açık saçık hale gelmiş… Öyle ki gece vakti polis yaşı uygun olmayan gençleri kimliklerine bakarak "caddeden ayıklıyor"…
Televizyonlardan izlediğimiz körfezdeki petrol kaçağı buradaki doğal hayatı ciddi anlamda etkiliyor. Riverwalk ve çevredeki sahillerdeki tahrip meslektaşlarımız tarafından da gözleniyor…