Çanakkale Savaşı’ndan olağan üstü bir zaferle çıkılmış olunmasına rağmen, İstanbul halen işgal altındadır. İngiliz işgal gemilerinin güzelim boğazı tuttuğu İstanbul’da bir 16 Mayıs sabahı, 14 yaşındaki Nurettin uyanır uyanmaz heyecanla yatağından kalkar. Kamarot olan babası Hacı Tevfik Bey işi icabı o gün yine bir gemiyle yola çıkacaktır. Nurettin çok heyecanlıdır çünkü babasının görev yapacağı gemide tanışmayı çok istediği biri vardır. Ve babası o kişiyle Nurettin’i tanıştıracağına söz vermiştir.
Annesi ve babasıyla evden çıkarlar ve limana doğru yola koyulurlar. Babasının elinden tutarak heyecanla adımlar atan Nurettin bir an önce yürüdükleri yolun bitmesini istemektedir. Rıhtıma varırlar. Annesi babasıyla vedalaşır. O sırada Nurettin gözlerini dikmiş Kız Kulesi açıklarında demirlemiş vapura bakmaktadır. Babasının görev alacağı bu vapur, çok önemli konukları taşımadan önce, boğazın parıldayan sularında istirahat etmektedir. O vapurun içinde Nurettin’in tanışmayı heyecanla beklediği kişi vardır.
Babasıyla birlikte kayığa binerler. Martı sesleri arasında yol alan kayıklarıyla vapura yaklaşırlar. Vapura çıktıktan sonra, Hacı Tevfik Bey ve oğlu birlikte koridorlardan geçerek bir kamaranın önüne gelirler. Hacı Tevfik Bey kapıyı çalarken Nurettin’in çocuk kalbi daha da hızlı atmaya başlamıştır. Kapının açılmasıyla birlikte, Nurettin kocaman açtığı gözleriyle hemen merakla içeriyi süzer. Tanışmak istediği yolcu işte oradadır. Nurettin’in gözleri tanışmak istediği kişinin o derin mavi gözleriyle buluşur.
Bir milletin umudunu taşıyan o vapurun adı Bandırma Vapuru’dur. Kamaranın içine girerler. Mustafa Kemal sorar: ‘Adın ne çocuk?’ hemen cevap verir heyecanla ‘Nurettin efendim.’ Nurettin’in hayalleri gerçek olmuş ve hayran olduğu insanla tanışmıştır. 16 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru yola çıkmadan önce, güzel ve içten bir sohbet geçer Mustafa Kemal ve Nurettin arasında. Sohbetin sonunda, Nurettin yine geldiği gibi sandalla kıyıya dönerken. Bandırma Vapuru umudu Anadolu’ya götürmek üzere yola çıkmıştır bile.
Sandalla kıyıya doğru ilerlerken, Nurettin yüzünde sıcak bir gülümseyişle hareket halindeki Bandırma Vapuru’nu izlemektedir. Yıllar sonra Nuri Ulusu ismiyle karşımıza çıkacak olan Nurettin, Atatürk’ün kütüphanecisi olacaktır. Nurettin Bandırma Vapuru’nun dalgalar arasında yol alışını seyrederken, o kısa ama çok anlamlı sohbetin sonunda, Mustafa Kemal’in kendisine söylediği ve hayatı boyunca hiç unutmayacağı şu cümleler aklından geçmektedir:
“Bu ülke hepimizin ama esas siz gençlerin. Mücadeleden yılmak yok. Tamam mı?”
Yıllar sonra, Türk Ulusu verdiği istikbal mücadelesini kazanır. İşgal güçleri mağlup edilir. Cumhuriyet kurulur. Ve bir gün Atatürk, kitaplarını Ankara’dan İstanbul’a taşıma kararı alır. En değerli hazine olan kitapların taşınmasıyla ilgilenen tabii ki kütüphanecisi Nuri Ulusu’dur. Atatürk’ün binlerce kitabı için yeterince karton kutu bulamayan Ulusu kara kara düşünmektedir. Nuri Ulusu bu duruma bir çare ararken, kütüphanede arkasında duran Atatürk’ü fark etmemiştir.
Nuri Ulusu’un çaresizliğini gören Atatürk askerlere seslenerek cephane sandıkları getirmelerini ister. Askerler hemen sandıkları getirirler. Ulusu’nun ve askerlerin meraklı bakışları arasında, Atatürk getirilen cephane sandıklarının içini boşaltarak Nuri Ulusu’ya uzatır.
Binbir zorlukla kazanılan İstiklal Savaş’ında en büyük yokluk cephanedir. O nedenle haklı olarak cephane sandıklarına insanlar gözü gibi bakmaktadır. O kadar kıymet verilen, yokluğu hissedilen cephaneleri Atatürk tereddütsüz yere boşaltmış ve kitaplar için yer açmıştır. Haliyle bu davranışı kütüphanedeki askerler ve Ulusu büyük bir şaşkınlıkla izlemişlerdir.
Şaşkınlık dolu bakışlar arasında, kütüphanede Atatürk’ün sesi duyulur:
“Savaşta bu sandıklarla cephane taşıdık. Şimdi o savaşımız bitti, yeni savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır. Cephane taşıdığımız sandıklara kitaplarımı koyunuz. Cephanenin yerini artık kitaplar alsın.”
İstiklal Savaşı’nı kazanan kahramanlar yüreklerini ve cesaretlerini ortaya koymuşlardır. Savaş cephelerinde, o kahraman eller mermileri, silahları cephane sandıklarıyla taşımıştır. İşgal güçleri yenilmiş ve savaş kazanılmıştır. Özgürlüğü getiren Cumhuriyet kurulmuştur. Artık bu kutsal emaneti yaşatabilmek için cehaletin karanlığına karşı olan savaş başlamıştır. Ve bu aydınlanma savaşında ihtiyaç olan cephane kitaplardır. Sunay Akın bu durumu şu çok anlamlı sözcüklerle ifade eder:
“Okuduğumuz her kitap Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünü ettiği aydınlanma savaşında kazanılan bir zaferdir.”
Okumayı öğretecek, kitapların kıymetini ve dolayısıyla Cumhuriyet’in değerini anlatarak yaşatacak neferler ise elbette öğretmenlerdir. Atatürk’ün başöğretmen sıfatı taşıyan dünyadaki tek lider olmasının nedeni de işte budur.
Destansı bir mücadeleyle Cumhuriyetimiz kurulmuştur. Şimdi bu kutsal mirasın değerini bilebilmek ve bu uğurda hiç düşünmeden canını feda eden atalarımızın aziz hatırasına sahip çıkabilmek için, Cumhuriyeti yaşatabilmek için ne yapılması gerektiğini akıl edebilmek lazımdır. Bu yolun okumaktan ve değer katan öğretmenlerden geçtiği de gözler önündedir.
Kurtuluşun başlangıcı 19 Mayıs öncesi, daha çocukken Atatürk’le tanışan Nuri Ulusu’nun aklında kalan kelimelerle, Atatürk’ün kütüphanecisi olarak Cumhuriyetin kuruluşundan sonra yukarıda bahsedilen hatırasının anlattıkları birleştiğinde, Cumhuriyetimizin daha nice yüzyıllar ayakta kalabilmesinin anahtar kelimeleri gün ışığına çıkar:
“Hiç pes etmeden, okumaya, öğrenmeye, çalışmaya, gelişmeye devam etmek…”
5 yorum
Tebrik ederim Saygıdeğer Hocam, ne kadar güzel bir anlatım. Okurken zihnimde film gibi canlandı o günler. Ve ben bir öğretmen olarak o kadar güzel mesajlar aldım ki… Yüreğinize sağlık 👏 👏 👏
Sayın Şengül Hocam, öncelikle güzel sözlerinize çok teşekkür ediyorum. Sizler gibi kıymetli öğretmenlerimizin varlığı geleceğe dair en büyük umudumuz. Tüm emekleriniz için, yetiştirdiğiniz öğrencilere, yani geleceğe kattığınız tüm kıymetli değerler için size gönülden teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız…
Gerçekten çok anlamlı, içten ve akışkan bir ruhsal anlatım olmuş hocam. Tebrikler.
Çok teşekkür ediyorum Tuba Hocam nazik sözlerinize.
Elinize kalbinize sağlık hocam, sanki o günleri yaşayarak bir çırpıda okudum . Gerçekten çok güzel anlatmışsınız..