Türk Yüksek Öğretimi, diğer gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkenin genç nesillerine ilk-orta ve lise eğitimi veriminin en üst düzeye çıkarılması amacıyla yeni uygulamaları ve iyileştirmeleri yüksek öğretim kurumlarında hayata geçirmektedir. Yüksek Öğetim Kurumları bünyesinde lisans eğitimini tamamlayan her Türk genci, akademik başarısını ve kariyerini geliştirmek istediğinde lisansüstü proğramlar takip edilerek Yüksek lisans, Doktora eğitimini almaktadır. Buna ilave olarak, Yüksek Öğretim Kurumları bünyesinde uygun araştırma merkezleri(Ar-Ge), enstitüler veya fakültelerde öğretim görevlisi, Dr. Öğretim Üyesi, Doçent ve Profesör unvanlarına sahip olmakta, ilgili aday öğrenci, öğretim elemanı sıfatıyla ülkenin Ar-Ge, Eğitim-Öğretim ve Kültürel faaliyetleri alanında uzmanlaşarak verimini en yüksek seviyede sunmuş olmaktadır. Son 30 yıl içinde Yüksek Öğretim Kurumları hem nicelik hemde nitelik açısından önemli merhaleler katetmiştir. Örneğin, 1992 yıllarında Ülkemizin, Anadolumuzun farklı şehirlerinde Üniversite sayıları yaygınlaştırılmış, yüksek öğretim faaliyetleri ülkenin vatandaşlarının daha hızlı, daha ekonomik ve verimli eğitim almasını sağlamıştır. Burada, Cumhurbaşkanı sayın Turgut Özal’ı minnet ve saygıyla anıp şükranlarımızı sunmamız bir borçtur. Aynı hız temposunda, ülkenin diğer şehirlerinde Üniversitesi olmayan şehir Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sayesinde kalmamıştır. Hatta Anadolunun bazı illerinde Üniversitelerin sayısı 2’ninde üzerine çıkarılmış, Üniversite yerleşkeleri devasa bina ve peyzaj albenisi ile eğitim ve araştırma merkezleri haline getirilmiştir.
Prof. Dr. İbrahim Ethem Başaran, Eğitime Giriş kitabında, “eğitimin niteliğini oluşturan 4 durumdan” bahsetmektedir. Bunlar sırasıyla;
“1-Eğitim, eğitilen kişide istenilen davranışı oluşturma işidir.
2-İnsan bir davranışı ancak yaşayarak kazanabilmektedir.
3-Eğitilende oluşturulacak davranış önceden saptanan eğitim amaçlarına uygun olmak zorundadır.
4-İnsanda davranışın oluşturulabilmesi, planlanmış bir eğitim sürecinden geçmesine bağlıdır.”
Bu 4 temel unsur esasında Türk Yüksek Öğretim Kurumu son aylarda “doçentlik atanma kriterlerini” yenilemiştir. Dolayısıyla, ulusal ve uluslararası konjektürel gelişmeleri takip etmek, niteliği ve niceliği en üst düzeye çıkarmak için kalite esaslı iyileştirmeleri hayata geçirmektedir ki bu yönetim ve organizasyonun vazgeçilmez bir parçasıdır. Elbette doçentlik kriterleri kuvvetli bir maratonun neticesinde aynı seviyede olması yarışı seyreden ve bizzat yarışcı elemanlarının da performanslarını düşürmemesi gerekir. Yukarıda vurgulandığı üzere, her şehirde her türlü altyapı imkanı ile desteklenen yüksek öğretim kurumları bünyesinde görevli tüm öğretim elemanlarının nitelikli araştırma yapabilmeleri için önlem ve iyileştirmelerin uygulanması zorunluluktur. Aksi takdirde, rakip eğitim kurumları ile rekabet hızımızı ayarlamak güçleşecektir. Bu noktada, ülkenin sosyo-kültürel ve ekonomik şartları ele alınırsa, öğretim elemanlarının araştırma ve geliştirme, sosyal hayat dengeleri, ulusal ve uluslararası hoşnutluk bazında ekonomik gelirlerinin de iyileştirilmesi doçentlik kriterleri kadar önem arz etmektedir.
Halen, toplumsal tartışmalarda her şehirde bu kadar sayıda Üniversite olmasına negatif bir görüş arz edilsede, Türk Milletinin Orta-Asya bozkırlarından Anadoluya ve Avrupaya yol bulup gelmesine yön veren özdeğerlerimiz temelinde nitelikli bir birey yetiştirmede o kadar mühim bir uygulama olarak kendini göstermektedir. Bununla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün “En iyi yatırımın eğitime olan yatırım olduğunu” vurgulamasıdır. Buna dair tarihimizde pek çok uygulamalar bulunmaktadır. Türk Yüksek Öğretim Kurumu çeşitli önlemler alarak doçentlik, profesörlük gibi kariyer aşamalarında daha verimli ve daha nitelikli akademik ortam hazırlaması kaçınılmazdır, bu sayede “İstibal göklerdedir” hedefini tutturmanın altyapılarını, “İlim Çin’de bile olsa gidip alınız” mefküresini gerçekleştirmek için gerekli bireysel yeterliliği oluşturmak gerekmektedir. Bunun için araştırmacı aday yabancı dilini geliştirmeli, Q1, Q2, Q3 ve Q4 gibi endeksli dergilerde yayın şartlarını önceden görerek özgün araştırmalara yoğunlaşmalı, bilimsel ahlak ve akademik terbiyeyi içselleştirmelidir. Ancak burada dikkatten kaçmayan bir nokta var, son 15 yıl süresince akademik yayınlar uluslararası platformlarda “paralı dergi” usulü ile kariyer kazanma eğilimi artmış olup, 2-5 yazarlı çok katılımcılı “paralı yayınlar ve dergiler” hızla akademiyi ticaret arenasına çekmektedir, bir ihtimal bunun içinde bir önlem veya iyileştirme yapılabilir. Hatta, uluslararası konferanslarda yapılan “bildirili yayınlar” paralı konferans veya sempozyumlar aracılığıyla “sipariş usulü yayın” sayıları akademiyi olumsuz etkileyeceği bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır.
16. yüzyıl’dan itibaren Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde uygulanan eğitim merkezlerinin bozulmaya başlamasını Katip Çelebi şöyle özetlemektedir: “Kanuni Sultan Süleyman dönemine gelinceye kadar, Hikmet ile Din bilimlerini uzlaştıran bilim adamları vardı. Fatih Sultan Mehmet han, Kelam derslerine önem vermişti. Sonra gelenler, Felsefeyi kadırdırlar. Akli Bilimler kaldırılıp, yalnızca Dini-Hukuki Bilimler okutulunca, birinciler için geçerli olan tartışma, eleştiri yöntemi de terkedildi; ikincilere uygun düşen aktarmacı, kitap, doğmatik yöntemler yerleşti.” Yine 18. yüzyılda Koçi bey 1631 yılında sunduğu layihada, ‘herkesin rüşvet, hatır gönül ile müderrisliğe (günümüz dili ile öğretmenliğe, akademisyenliğe) geçebildiğini kaydeder ve ilim sahasının cahillerle dolduğunu, bilgili ile cehil arasında bir fark gözetilmediğini’ belirtir. 1570’li yıllarında “Edirne üç Şerefeli Müderrislerden birisi, medresesini bırakıp (yani okulunu-Üniversitesini) 4-5 ay İstanbul’da gezip tozmuş, görevi olmayan işlere karışmıştır.” Yine aynı medreseden bir müderris, 1590’lı yıllarda iki yıl görevine gitmemiştir.”
Sonuç olarak, Türk Milletinin sahip olduğu bilim, araştırma-geliştirme (Ar-Ge) ve kültür-sanat faaliyetlerinin devamlılığı açısından yeni iyileştirme ve önlemlere yönelik imkanlar ile her gün ileriye taşıması amacıyla yeni kriterler ve adımlar hayata geçirilmelidir.