Bilgilerin geçmişten geleceğe aktarılması ve buna dayalı olarak bilimsel progresyonun sağlanması, insanın zaman bilincine sahip olması ve buna paralel olarak hayat ve ölüm kavramlarını rasyonel bir şekilde anlayıp kabul etmesi ile mümkündür.
İnsanlığın kesinlikle bilinmeyen bir kozmik tarihi, oldukça yavaş gelişme gösteren bir genetik tarihi ve bir de 500.000 yıl evvel basit aletlerin geliştirilmesi ile başlayıp 6000 yıl evvel ideogramlar, piktogramlar, alfabeler, rakamlar ve takvimler, ve 500 yıl evvel de matbaanın insanlık hizmetine girmesi gibi belli bir gelişmeyi kaydeden kültür-medeniyet tarihi vardır.
Milyonlarca yıllık bir tarihi olan genetik enformasyon, oldukça kompleks bir transmutasyona sahiptir. Biz onu daha yeni yeni okumaya, yorumlamaya ve anlamaya çalışıyoruz. 4 sembol ve 6 kelimeden oluşan bu mükemmel alfabeyi, hakkında 1,3 milyon kitap yazıldığı halde, henüz anlamış değiliz.
Oldukça kısa, yeterince keşfedilmemiş ve büyük bir kısmı ihmal edilen kültürel tarihimiz ise, yanlış yorumlanmakta ve yanlış anlaşılmaktadır. Üzerinde organize sistemik bir çalışma yapılmadığından, her kuşak kendi anlayış ve yorumu ile tarihi gerçeklere yaklaşmaktadır.
İnsan beyni, hareketlerimizin oluşumu için gerekli olan kavram ve idealleri geliştirir. O muhteşem güç, felsefi, ahlaki ve politik ideolojiler yaratarak, sadece kişilerin değil tüm toplumların kolektif olarak uyum içerisinde çalışabilecekleri bir ortam oluşturur. Bildiğimiz gibi rasyonel ve insanlık için realiter fikir ve ideolojiler her zaman, iyi kararlar, tecrübeler ve teknik kabiliyetler arasındaki balansın sonucudur. Bu balansı, kötü kararların kazandırdığı tecrübelerin ışığı altında, vereceğimiz iyi kararlarla sağlamak mümkündür. Beyin, kozmik, genetik ve kültür-medeniyet tarihi bilgilerini birbiri içerisinde yoğurarak, bunlar arasındaki balansı sağlayıp, geçmiş ile gelecek arasında bilimsel köprüleri kurup, yeni ufuklar geliştirmeli ve bize yeni bir çalışma aktivitesi kazandırmalıdır. Zaten beynimizin “ Open-System” olmasının amacı da budur.
Spesifik olarak bir tıp doktoru, bilimsel ve teknik kabiliyetini, tıbbı sanatı ile birleştirerek, bahsedilen 3 değişik tarihi kavramın ışığı altında yeni ufuklar yaratabilmektedir. Bu ufuklar, temelini balansın oluşturduğu, sevgi, politika, ahlak ve bilim kavramlarının ayrılmaz bir parçası olan estetik ile doğabilir.
Socrates’in analitik düşüncesinden, Einstein’in relativitesine kadar uzanan platformdan, Euclide’n 3 boyutlu ideolojisi gelişti. Zaman boyutu artık, matematisyenlerin multidimensiyonel (çok boyutlu) teorileri ile aşılmış durumdadır. Bilim, ayrı bir boyut halini almıştır. Estetik-balans etkileşimi içerisinde, multidimensiyonel imajinasyon (hayal) yeteneği, bugün hayal edemiyeceğimiz bir noktaya ulaşmamızı sağlayacaktır. Emmanuel Kant ve Almexander Gottlmieb Baumgarten yaklaşık 200 yıl evvel bu kritik noktanın önemini vurgulamışlardır.
Geçmiş ile günümüz arasındaki bu köprüleri, estetik-balans koordinasyonu ile geleceğe aktarmak hedefimiz olmalıdır. Bilimsel progresyonumuz, manevi haz ve teminatımız, engin hayal gücü, azim ve sebat ile mümkün olacaktır.