Tarihte hekimlik tek ve genel hekimlik şeklinde başlamıştır. Hastalıkların sayısı da azdı ve tedavileri ya bitkisel ilaçlarla veya dağlama veya cerrahi girişim şeklindeydi ve hepsini tek kişi yapardı. Sanayi ve teknolojik gelişmelerle birlikte ve özellikle Röntgen cihazı ile insan vücudunda bulunup bilinmeyen birçok hastalık bilinmeye başlandıkça, hastalıkların sayısında da artış başladı. Birçok hastalığın temelinde de bakteri ve virüsler olduğu belirlenince de, artık hekimlik, iç hastalıkları uzmanı ve genel cerrahı uzmanı olarak önce ikiye, daha sonra teşhis amaçlı testlere ilişkin bu ikiliye laboratuvar ve radyoloji uzmanlıkları eklendi. İç hastalıkları uzmanı, yenidoğan yaştan başlamak üzere her yaştaki hastanın her türlü organ hastalığıyla ilgilenir ve cerrahi girişim düşündüğü hastayı genel cerraha gönderirdi. Daha sonra iç hastalıklarından yavaş yavaş göğüs hastalıkları, nefroloji, kardiyoloji, nöro-psikiyatri, endokrinoloji, gastroenteroloji, romatoloji, fizik-tedavi ve rehabilitasyon, enfeksiyon hastalıkları, dermatoloji, mikrobiyoloji dalları önceleri yine iç hastalıkları şemsiyesi altında, daha sonraları kavga-gürültü arasında uzmanlık dallaşmalarını gerçekleştirdiler. Araştırmalar hücre düzeyine ve fizyolojisi ile genetiğine de indikçe, bu defa temel bilimlerde genetik, fizyoloji, histoloji, anatomi, biyokimya, mikrobiyoloji, parazitoloji, embriyoloji, yine aynı kavga-gürültü ile genel cerrahi branşında da önce beyin cerrahi ve göğüs-kalp-damar cerrahi ikilisi, akabinde de göz, kulak-burun-boğaz, plastik cerrahi, ortopedi, üroloji, kadın ve doğum hastalıkları gibi uzmanlık dalları oluşmaya başladı. Bu yapılaşmalarla paralel bir gelişme de, çocuk hastalıklarının erişkin hastalıklarından ayrışması ile yaşandı. Ancak bu yapılaşmada, bana ters gelen konu, ayrışma yaşının 18 gibi yüksek tutulması olmuştur. Bence zaman içinde 12-28 arası dönemin, “geriatri uzmanlığı”nda olan yapılaşma gibi, özellikle hormonal ve psikolojik değişim temelli “ergenlik uzmanlığı” şeklinde ayrı bir dallaşma şeklinde yapılanmasına gidilecektir diye düşünüyorum.
Bu yapılaşmalar kavga-gürültülü oldu, çünkü insanın nefslerden oluşmuş kişilik yapısı gereği ve bunlardan olumsuz olanlara mağlup olmalarını engelleyememesi nedeniyle ilkel çatışmalar, “"Ben yaparım, Ben Bakarım, Sen yapamazsın, Sen Bakamazsın” kavgaları az veya çok derecelerde yaşanmıştır. Şu anda bile gerek dâhili ve gerekse cerrahi branşlarda hâlâ birçok girişim için bu çekişmeler devam etmektedir. Hekimlikteki bu yapılanma ve yenileşmede girişimsel radyolojinin klinikleşmesi veya klinikçilerin girişimsel radyolojiyi içlerine sindirmeleri, zaman ve hastaya en iyisinin seçiminin aklı-selimle yapılması ile mutlaka gerçekleşeceğini düşünüyorum. Çünkü hekimlikteki önemli prensiplerden biri “Bir girişim sırasında kaçınılmaz olan komplikasyonları kim tedavi edecekse, o girişimin o hekim tarafından yapılmasıdır”. Dolayısıyla da girişimsel işlemlerde klinik sorumluluğun olması, böylesi bir yapılanmayı zorunlu kılmaktadır.
Gelelim “nöroloji”nin gelişmesine. İlk önceleri genel dâhiliye içinde olan ve başlangıçtaki kıpırdanışlarla “Benim de ayrılmam gerekir.” yaklaşımlarıyla nöro-psikiyatri şeklinde ayrışma gerçekleşti. En son 1974 yılında ben ve benim durumumda olanlar nöro-psikiyatri (veya sinir ve ruh hastalıkları) uzmanı olarak bu aşamaya da noktayı koyduk. Bizden sonra nöroloji ve psikiyatri ayrı birer klinik oldular. O yıla kadar birlikte yapılan kongreler de ayrıştı. Bu yapılanma ile birlikte nörolojideki hızlı gelişmeler ve bilgi yağmuru, bu defa nörolojinin de ayrışmasını zorlamaya başlayıp, kendi camiamızda belirli konulara yönlenmeler oluştu. Yavaş yavaş epilepsi-EEG, kas ve perferik sinir hastalıkları-EMG, Parkinson ve hareket bozuklukları, MS ve nöroimmünoloji, demans ve bellek bozuklukları ve serebrovasküler hastalıklara özelleşen ve bir nevi kendi içinde yan dallaşan akademik gruplar oluşurken, serebral anjiyografi, miyelografi ve pnömoensefalografi gibi girişimsel işlemleri bütün nörologlar yapıyordu. Radyolog meslektaşlarımız ise meraklı olmayanlar dışında kimse bu girişimsel işlemlerimize katılmaz ve biz de teknisyenlerle birlikte işlemlerimizi yapardık. Akademik camiada da kimin hangi konuda özelleştiği de bilindiği için, kongrelerde ve diğer bilimsel toplantılarda ilgili bir konu olunca, hemen kimin ve hangi grubun bu konuda yetkin olduğu bilindiğinden, hemen o kişi veya kişiler konuşmacı olarak davet edilirdi.
Dünyada ve ülkemizde bu değişimler hep bu şekilde gelişirken, başta Amerika olmak üzere, birçok Avrupa ve Japonya gibi Uzak Doğu ülkelerinde bu yapılaşmalar hızla resmiyet kazanıyor ve bu yan dallarda uzmanlar, bu yeni yan dal ön isimleriyle belirginleşmeyi gerçekleştiriyorlardı. Bu yenileşme ve yapılanmalara yabancı kalan Sağlık Bakanlığı ise maalesef Tıpta Uzmanlık Tüzüğü’ne bunları bir türlü yansıtamıyordu. Bizzat Bakanlığa gidilip yetkililere bu gelişmeler anlatıldığı ve ben de 2003 yılından beri başladığım Medimagazin’deki köşe yazılarımda defalarca değindiğim halde, nöroloji yan dallarını Uzmanlık Tüzüğü’ne yansıtamadık.