Bütün hekim meslektaşlarım, plasebo etkinin ne olduğunu çok iyi bilirler. Lakin “Nosebo Etkisi” konusunda, aynı oranda malumat sahibi olduklarını söyleyemem.
Bizler bir şeyi veya olayı olumlu-yararlı olarak değerlendiriyorsak, hücrelerimiz de buna uygun davranış içine girer, olumsuz-zararlı görüyorsak, onlar da aynı frekansla hareket eder ve öyle davranırlar.
Bu durum, gerek mikro planda gerekse makro planda, genellikle bir anlamda algı yönetimi, biraz daha geniş kullanımı ile de toplum mühendisliği konusuyla alakalıdır. Zira toplumu bir organizma olarak telakki edersek, bireyleri de o organizmanın hücreleri olarak görmek yanlış değildir.
Herhangi bir maddeyi bir insanın bir rahatsızlığı için iyi gelmesi, tedavi etmesi ya da rahatlatması amacıyla ona verirseniz (plasebo etki) ve o insan size inanıyorsa, güveniyorsa ve kendisini de buna ikna etmişse, madde kesinlikle kişide yararlı bir etki bırakacaktır.
Bunun tam tersi durumda ise bir hadise, bir madde veya bir şey sağlığa-topluma zararlı (nosebo etki) olarak tanıtılıyorsa, kişi o maddeyi aldığında rahatsızlanacak, huzursuzlaşacak veya hastalanacaktır. Bir başka deyişle, o organizma, o toplum, hücrelerini oluşturan bütün organları, birey ve hücreleri ile amil faktörü düşman görerek tepki verecek ve bu hususa da katiyetle inanacaktır.
Psişik algı da toplumda ve vücutta organik etki yaratır. Etkinin niteliğini de algının özellik, karakter ve cemiyetteki aktivite ve hâkimiyet süresi belirler. Örneğin; insanın limonu düşününce ağzının sulanması, hatırasında yer etmiş olan bu meyvenin ekşi tadındandır. Penisilin allerjisi olan bir hastanın, yuttuğu şekerin penisilin olduğu kendisine söylendiğinde ve inandırıldığında anafilaktik şoka girmesi mümkündür. İşte bu ters etkiyi biz “Nosebo Etkisi” olarak adlandırmaktayız. İster müspet, ister menfi anlamda olsun, bütün bunlar, gerek laboratuvar ortamında gerekse saha çalışmalarında deneysel ve bilimsel olarak da ispat edilmiştir.
Şimdi, haklı olarak okuyucularım, “Ya huu ilâhi İsmail Hakkı Hoca! Hekimlerin bunca problemleri varken neden kalkıp bize yok plasebodur, yok nosebodur dersleri veriyorsun?” diye sorabilirler.
Aslında bu şekilde, toplumdaki hekim düşmanlığının bilimsel izahını yapmaya çalışıyorum(!). Çünkü bunca haysiyetsizliği, düşmanlığı, vurdumduymazlığı, kindarlığı ve aşağılığı anlamakta zorlanıyorum.
Ayrıca da bu konularda yıllardan beri, herkesin anlayabileceği dilden yazıp çizmeme rağmen bir arpa boyu yol almak bir yana, meslektaşlarımın durumu her gün biraz daha tedrici olarak geriye ve kötüye gitmektedir.
Başımıza örülen bu dikenli çorabın ilmeklerinin sökülebilesi ve ferahımız-felahımız için, yetkili-yetkisiz, sorumlu-sorumsuzların hadiseye vukufiyetlerine yardımcı olabileceği umuduyla(!), hadiseleri biraz da tıbbi terminoloji kullanarak izah etmeye çalışıyorum.
Topluma hekimler, birileri tarafından düşman olarak gösterilince, artık toplum organizmasını oluşturan hücrelerin (bireylerin), “Doktorlar öldürülmeyi hak ediyorlar!”, “Bu doktorları gebertmek gerek!” gibi ebleh ve canavar ruhlu ifade ve itirafları, hadleri olmadığı hâlde tıbbi konularda ve hekimler hakkında ileri geri yorum ve beyanatlarda bulunmaları ve bu gayeye matuf olarak da davranmaları, fiili saldırıya geçmeleri doğal bir sonuç olarak gözükmektedir. Bunu da “NOSEBO ETKİSİ” olarak izah etmek mümkündür(!).
Bakıyorum da, toplumsal ayılar(!) bir yana, hekim düşmanlarının, hayatlarının herhangi bir döneminde, gerek bizzat kendilerinin gerekse necis zürriyetlerinin ve münfesih zihniyetlerinin bizlerle herhangi bir şekilde bu yolda girdikleri yarışta aldıkları hazin mağlubiyetleri sebebi ile yaşadıkları “kuyruk acısı”nı, hâlâ progresif bir şekilde çekmeye devam ettiklerini görüyorum. Bu acı, “Nosebo Etkisi” ile de dramatik olarak sürüp gitmektedir(!). Fasit daireye dönüşen bu etkiyi kırmak için, katiyetle yörüngeden bir elektronun, bir halkanın yer değiştirilmesi ya da çıkartılması gerekir(!).
Bu arada, şunu da ifade etmek isterim. Herkes bilsin ki, hiç kimsenin “ÂH!”ı yerde kalmaz. Doktorların ki ise, ASLA!..
Şimd bir kez daha “Hayır, Hayır, o meslek aşkımız; Nida idi, Nihan idi, Nihal idi, Nigâh idi, Nagehân idi, Nevâ idi, Nâz idi, Niyaz idi… Velhasıl Sûret ve Manâ idi o, Evet… Kalbe dönen ve döndüren müstakim bir yol idi o. Aşk ve gözyaşı ile çekilen bir “ÂH”la, Nûr’a döndü, Vesselâm…” figanımızı tekrarlayıp bir rubâimizi paylaşarak, geleneğimizi bozmadan bu makalemizi de bitirelim. (İsmail Hakkı AYDIN, Hurilerin Raksı, VUSLAT, Eser Matbaası, 2002).
HURİLERİN RAKSI
Helalleşir haramlar, efsunlu cennetinde
Sunulur buselere, bin türlü lezzetinde
Çatlamış dudaklarda hurilerle raks eder,
Cehennemi alevler, Vuslat’ın halvetinde