İnsan soyunun üremesi mevhumu, insanlık tarihi boyunca binlerce yıllık kadim bir olgudur. Her medeniyet kendi varlığını sürdürmek adına temellerini oluşturur iken insan kaynağını önemseme felsefesine dayandırılmıştır. Ve toplumsal geleceği sürdürülebilirlik bağlamında inşa için aile ve çoğalma üzerine sosyal yapının kurulmuş olması bir hakikattir. Yani devletlerin bekası nüfus artışı ile mümkündür anlayışı önemli bir idea olarak karşımıza çıkmakta, milletler güvenliğini korumak için insan sayısının çokluğu ile eylem planlarını dizayn etmektedir.
İlk insan Adem ile başlayan yeryüzünde insan yaşamının tasarımı yolculuğu, günümüze kadar sekiz milyar insan nüfusuna ulaşmış, insan sayısı arttıkça devletlerin sosyal problemleri de bu artışa paralel olarak çoğalmıştır.
Her ailenin çocuğunun olması, aileye yeni bir üyenin gelmesi kadar sevinç verici bir olgu daha yoktur dünya yaşamında. Aynı zamanda aileler toplumların en küçük birimi olması bağlamında, aile fertlerinin çoğalması ile sosyal yaşamın canlanması, devletlerin büyüyüp gelişmesi, iletişim kanallarının bu sayede artması, üretime katkı sağlayacak bireylerin artması, doğal çevreyi dizayn edecek insan varlığının yeryüzünde çoğalması, medeniyetlerin güvenliğini sürdürmede en çok istediği durumdur.
Bir insan bin insan demektir der Türk atasözümüz. Yani devletlerde insan sayısı arttıkça her alanda ilerleme sağlandığı görülmüştür tarihte. Örneğin tarım sektöründe işçi sayısı arttıkça üretim artarken, sanayii sektöründe hakeza personel sayısı ile üretim oranı arasında etkileşim olması, hastanelerde sağlık çalışanı sayısı yeterliliği ile tedavi ve bakım kalitesinde artışın birbiriyle doğru orantılı olması, eğitimli insan gücünde artışla, teknolojideki gelişmelerin paralel gitmesi ve orduda ve emniyette birey sayısı ile güvenlik önlemlerinde yeterliliğin sağlanması arasındaki ilişkinin olması, çevre sağlığına duyarlı insan sayısı ile doğal dengenin korunması arasındaki ilişki önemlidir.
Türk tarihine baktığımızda eski Türk toplumlarında nüfus kalitesi ve artışı; göçebe, avcı, savaşçı ve tarıma dayalı toplum olmamız bağlamında önemli idi. Sağlıklı, güçlü, üretime katkısı olan insan gücüne dayalı, çocuğa önem veren bir yaşam biçimi benimsenmişti. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde de benzer felsefe benimsenmiş, İslam kültürünün de etkisi ile ailenin önemine, çocuk yapmaya dönük, toplumu geliştirmeye yönelik tutumlar ve politikalar benimsenmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana da her hükümet zamanında dünya konjektüründeki değişim ve dönüşümlere ayak uydurmak bağlamında çeşitli nüfus politikaları güdülmüştür. Örneğin cumhuriyetin ilk yıllarında savaş sonrası anne bebek ölümlerindeki fazlalık, savaşta askerlik yapmış olan bireylerin kaybı nüfus artırmaya dönük sağlık politikaları yürürlüğe konmuştur. Daha sonra dünya genelinde sanayi toplumunun gelişmesi, fabrikaların artması, köyden kente göç ve işçi sınıfında artışı sağlamak için, nüfus artışı bir süre daha güdümlenirken, daha sonraları gecekondulaşma ve metropollerin getirdiği keşmekeşliği önleme, yiyecek dağılımında yetersizlik ve ekonomik güçlüğü olan kesimlerin artması ile, sağlıklı anne bebekler için nüfusu sınırlandırıcı yaklaşımlar benimsenmiş ve pratiğe konmuştur. Doksanlara gelindiğinde kadınların eğitim seviyesinde artış, iş yaşamında kadın katılımının artması, evlilik yaşında gecikme, GDO’lu, kimyasal içerikli, fastfood tarzı dengesiz beslenme furyasıyla üreme sorunları yaşayan bireylerin artması, kronik hastalıkların ve madde bağımlığı artışı ile genetik bozukluklarda artış ve sezeryan doğumlarda artış ile bebek sayısında azalma yaşanmış, bu sorunu çözmek adına tekrar nüfus artışına yönelinmiş, ancak bunun yanında kaliteli nüfus artışı politikaları gündeme gelmiştir. Günümüzde anne bebek sağlığı konusuna sağlık camiasında çok önem verilmektedir. Yeni üreme teknikleri ve tedavileri artmış durumdadır.
Sonuç olarak, nüfus politikaları ile devletlerin güvenlik bekaları arasındaki sıkı bağlar her çağda her toplumda zemin bulmuş ve anne bebek sağlığına dönük ve toplum sağlığını geliştirme bağlamında tedaviler benimsenmiş, sosyal yapıyı düzenli organize etme felsefesi her zaman kabul görmüş ve çevre sağlığı ile nüfus yapısı arasında dengeler, değişim ve dönüşüme tabi tutulmuş, üretim ve teknolojideki gelişmelere odaklanmak için kaliteli insan kaynağı her daim istenilir bir tutum olarak gündemde durmuştur ve gelecekte de üzerinde düşünülmeye devam edilecektir ve bu konuda çok farklı değişim ve dönüşümlere gebe bir dünya yaşamı bizi beklemektedir.