"Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı" olarak bilinen OECD’nin son günlerde Türkiye’yi de içine alan arka arkaya raporları yayımlandı. Elbette bir yabancı gözlemcinin ülkemiz hakkındaki fikir beyanı bazı açılardan rahatsız edici olabilir, fakat bizim bir OECD ülkesi olmamızın yanında Türkiye’nin gelişme sürecindeki başarısı ya da başarısızlıklarının tarafsız bir hakem tarafından kritik edilmesinin yararı da inkar edilemez.
Üzerinde durmak istediğim OECD raporlarından birincisi "OECD Sağlık Sistemleri İncelemesi". Türkiye’nin iyi not aldığı raporlardan birisi bu rapor. Özellikle son 15 yıllık süreç içerisinde Türkiye’nin sağlık alanında önemli ilerlemeler kaydettiği vurgulandıktan sonra toplam sağlık harcamaları ile kamu sağlık harcamalarındaki aşırılığa dikkat çekilmektedir. Toplam sağlık harcamaları ve kamu sağlık harcamalarındaki gereksiz harcamaların önüne geçilmesi için Sağlık Bakanlığı, SGK ve Maliye Bakanlığı tarafından müştereken oluşturulacak bir kontrol mekanizmasının gereğine işaret edilmektedir. Her şeye rağmen olumlu gelişmelerin sağlandığı bu sektörde iyileştirmelere ara vermeden devam edilmesi ülkemiz açısından çok önemli bir husustur.
OECD’nin bir diğer Türkiye raporu ise "Uluslararası Öğretme ve Öğrenme Araştırması (TALIS)" raporu. Bu rapor Türkçe ve İngilizce yayınlanmasının yanında, bazı gazeteler ve eğitim sendikaları dışında pek rağbet de görmüşe benzemiyor. Öğretmenler ve eğitimle ilgili bu rapora göre 23 OECD ülkesi arasında hemen hemen en kötü konumda olan ülke maalesef Türkiye. Öğretmeni donanımsız ve nitelikli öğretmen açığı en fazla olan ülke de Türkiye. Türkiye’de 30-40 yıldır nitelikli öğretmen yetiştirmemenin ve onlara gerekli bilgi birikimini yüklememenin sonucu zaten başka türlü olamazdı. Devlet artık ana okulundan lisansüstü öğretime kadar Türkiye’de bir eğitim sorunu olduğunu kabul ederek köklü önlemleri almak zorundadır.
Eğitim noktasına gelmişken Medimagazin’de çıkan iki habere de (02.06.2009 ve 14.06.2009 tarihli Medimagazin) değinmeden geçemeyeceğim. Zira bu iki haber Türkiye üniversiteleri açısından bir başka önemli noktayı gözler önüne sermektedir. Haberin başlığı şu: "Tüm branşlarda, TUS’da en çok tercih edilen ilk 10 hastane". Tercih edilen ilk 10 hastanenin çoğu Sağlık Bakanlığı hastaneleri. Bu tercihle ilgili yapılan yorumların büyük bölümünde, sorunun kolaycılığına kaçılarak böyle bir tercih nedeninin döner sermaye, dolayısıyla maddi endişelerin etkili olduğu vurgulanmaktadır. Doğrudur, ücret de tercihte önemli etkenlerden birisidir. Ama tıp fakültelerindeki eğitim zafiyetinin hiç mi etkisi yoktur? Nitekim, her şeye rağmen bazı tıp fakülteleri ilk 10 arasına girmiş, hatta ilk sıralara yerleşmiştir. Diğerlerine ne demeli? Gelenekten ve nitelikli eğitimden yoksun, arkadan gelenlerin öndekileri tehlike saydığı, asistan konumundaki birisinin birden bire profesör olmayı istediği, bilimsel çalışma yerine göz boyamanın bolca yapıldığı, Bizans’a taş çıkartacak entrikaların yaşandığı, yalan ve iftiranın kol gezdiği, bilimsel çalışma yerine arkadaşları ya da hocaları hakkında yalan bilgilerle dolu dosyalar tutulduğu ve bunların prim yaptığı bir üniversiteden ne beklenebilirdi ki? Artık sorumlu ve yetkili olan her konumdaki üniversite mensubunun eğitim ve öğretimdeki yozlaşmayı kabul edip, işlerin daha da kötüye gitmesini önleyecek köklü önlemleri alma zamanı geldi ve çoktan geçti bile.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.