Hepimiz çocuklarımız iyi bir eğitim alsın diye uğraşıyoruz. Onları sınavlara sokup ücretleri birçoğumuzu zorlayan özel okullarda okutuyoruz. Bu okullarda çocuklarımızın özgüveninin gelişeceğini, kişiliğinin, sosyal yapısının hangi mesleklere uygun olduğunun daha kolay belirleneceğini umuyoruz. Yeteneklerinin ve eğilimlerinin farkında olacak evladımızın da kendisi için en iyi seçimi yapacağını umuyoruz.
Üniversiteye girme zamanları geldiğinde ise üzerine titrediğimiz çocuklarımızın temel seçimleri yapmakta bile zorlandığını, bir kısmının kalitesi ne olursa olsun yurtdışında bir okula gitmek isterken, bir kısmının da hangi bölümde okuyacağı konusunda en ufak bir düşüncesi olmadığını, hatta okuyacağı bölümün ne işle uğraştığını bile anlatmakta zorluk çektiğini görüyoruz.
Bu durum neden oluyor? Yetersiz bir eğitim mi alıyorlar, el bebek gül bebek yetiştikleri için hayatın gerçeklerinden haberdar mı değiller? Yoksa bunlar tamamen ayrı bir kuşak da bizim algılarımız onları değerlendirmeye mi yetmiyor, bilemiyorum; ama bildiğim bir şey var: Hayatta hiçbir şeyin kolay olmadığı, gelinen hiçbir noktanın emek vermeden, yorulmadan kazanılamayacağı. Mesleğin sadece para kazanmak değil, aynı zamanda insanın ruh sağlığına da iyi gelen yanları olması gerektiği. Bir işi bitirince, bir insana faydalı olunca, bir eser oluşturunca, bir hastayı iyileştirince alınan mesleki hazzın da en az o meslekten kazanılan para kadar önemli olduğu. Ben gençlerin nedense bunun önemini es geçtiklerini düşünüyorum.
Bu durumun yansımaları meslek seçimi yapıldıktan sonra bile görülebiliyor. Geçenlerde kliniğimizdeki asistanlardan biri, anabilim dalı başkanı olan benimle görüşmek istediğini söyleyerek yanıma geldi. Bu asistanımız kliniğimize başlayalı daha 6 ay olmuştu. “Söyle bakalım ne derdin var?” dedim. “Hocam ben çok düşündüm, başka bir branşa geçmek istiyorum” dedi. “Oğlum burası iyi bir kliniktir. Uzmanlık eğitiminde AB akreditasyonumuz var. Buradan çıkanlar hep iyi yerlerde çalışıyorlar. Kariyerde olan çok sayıda mezunumuz var. Sen buraya isteyerek gelmedin mi?” “Evet hocam” dedi. “İsteyerek geldim ama kadın doğum çok zor. Nöbeti, cerrahisi… Ben yapamayacağımı düşünüyorum. Açıkçası böyle bir hayat da düşlememiştim” dedi. “Bence iyi düşün” dedim. Daha birçok ikna edici söz sarf ettikten sonra “Hafta sonu sen yine bir düşün, bana son kararını öyle söyle” dedim. “Yok hocam, ben kesin kararımı verdim. Preklinik branşlar sanki bana daha uygun” dedi. “Oğlum burası klinik branş, ileride özel sektörde de çalışabilirsin. Çok para da kazanırsın” falan gibi, kendimce daha etkili olabileceğini düşündüğüm sözler sarf ettim. Bu sözden sonra uzun boylu, ağırbaşlı asistanımız gözlerimin içine bakarak, “ Hocam ben para odaklı yaşamıyorum.” dedi. “İyi ve rahat bir hayatım olsun istiyorum“. Ayrılma kararının kesin olduğunu anlayınca,“Peki o zaman, biz seni daha fazla zorlamayalım.’’ dedim ve bundan sonraki yaşamında başarılar dileyerek konuşmayı sonlandırdım.
Asistan arkadaşımız yanımdan çıkınca söylediği son sözleri düşünmeye başladım. Bireysel özgürlüğüne düşkünlüğü yanında, kazancı ne olursa olsun zor işlerle uğraşmak da istemiyordu. Evet, para kazanmak hayatın amacı olmamalıydı belki ama zorluk çekmeden mesleğinde başarılı olmak ve buna bağlı olarak mutlu olmak da çok mümkün değildi. Bu konuda yabancı hocalarla konuştuğum için, birçok ülkede refah seviyesi yükseldikçe, kadın doğum gibi zorlu branşlarda çalışacak asistan bulamadıklarını ve gençlerin zor işleri istemediğini de biliyordum. Örneğin İngiltere’de, Brexit sonrası yabancıların sağlık sistemi içerisinde çalışmaları zorlaşınca sağlık sisteminin çökme noktasına geldiğini medyada okumuştuk.
Bence gençler bireysel özgürlük, rahat yaşama isteği, abartılı özgüven gibi kavramlarla; tembellik yapıp az çalışarak mutlu bir hayat sürüleceği hayallerini birbiri ile karıştırmasınlar; çünkü bunların sınırları birbirine çok yakın. Freud’un dediği gibi, “Sağlıklı bir ruhsal durum için şart olan iki şey, sevmek ve çalışmaktır”. Böyle düşününce aslında hayat çok da karmaşık değil .
Çocukların, kendileri için en doğru olan mesleği seçmeleri için ne yapmaları konusunda elimde bir formül yok maalesef. Ben onların, hayatın çarkları içerisinde olgunlaşacaklarını ve mesleğin önemini kavrayacaklarını düşünüyorum. Hayatı anlasınlar diye eğitimden arta kalan zamanda, kendi çocuklarımı yaz döneminde bir işte çalıştırmayı falan da hiç düşünmedim. Bunun bu kuşak çocuklarına olumsuz etkilerinin daha fazla olacağını düşünenlerdenim.
Her çocuk içinde bir cevherle doğar. Eğitim, eğer bu cevheri ortaya çıkarıyorsa eğitimdir. Anne babalar da sevgi ile büyüttükleri çocuklarını iyi tanımak ve eğer isterlerse seçimlerinde serbest bırakmak kaydıyla önerilerde bulunabilirler. Bunun dışında her zorlamanın daha da kötü dönüşleri olacaktır. Ne diyelim, bir yerden sonra “Her şey gönüllerince olsun” demek dışında yapabileceğimiz çok şey yok.
Sevgiyle kalın.
Not: Son derece iyi bir düşünceyle bizlere yazmak için böyle bir ortam hazırlayan “Akademik Akıl” sitesi yetkililerine sonsuz teşekkürler. Edip Cansever’in dediği gibi “ Her başlangıçta yeni bir anlam vardır”. Bu iyi başlangıcın devamını diliyorum.
7 yorum
Çok güzel bir yazı. İddiasız fakat sorunu adresleyen tespitlerle hemen her birey için farklılaşacak jenerik bir çözüm önermemeli de akıllıca bir yaklaşım. Tebrikler.
çok teşekkürler..
Hocam, yazı, tespitleriniz ve önerileriniz oldukça güzel. Ben sorunun kuşak farkından ve aile tutumundan da kaynaklandığını düşünüyorum. Bizim kuşağımızda üniversiteye başlayan genç ve içinde yaşadığı toplum onu erişkin bir birey olarak kabul eder ve kararlarına saygı duyardı. Bizler kazandığımız bölümün neredeyse alın yazımız olduğunu düşünürdük. İstifa etmek de ne demekti. Gençler ne yazık ki erişkin bir birey olgunluğuna geç erişiyorlar. Sosyal yaşama katılımları sorunlu. Tıp Fakültesi kazanabilmek için almaları gereken puan sosyal yaşamlarının önünde en büyük engel. Belki hekim oluyorlar ama iletişim becerileri ve sosyal ilişkileri son derece eksik. Özgüvenleri yetersiz. Yaşamak ve başarmak için hep birilerine (anne-baba ya da mentör) ihtiyaç duyuyorlar. Bunda biz anne-babaların da kusuru var. Tıp fakültesinde öğrenci oğlu için “aman hocam kimse duymadan bize bir biyokimya bir de biyofizik hocası bulsan, bu oğlan bu dersleri anlamıyor, ücreti önemli değil, özel ders aldırsak” diye panikle odama dalan lise arkadaşım var.
son derece haklısınız. bizlerin koruyucu rollerimizi abartmamızın da payı büyük elbette. Kuşak farkıyla birlikte tabii.
Sayın hocam her staj döneminde (ki bir yılda dört dönem öğrenci geliyor) her bir öğrenciye soruyorum: tıp fakültesine niçin gelmek istedin, bir hedefin var mı?
Yaklaşık %10-15 kadar öğrenci gözlerinin içi gülerek en büyük hedefim doktor olmaktı diyerek düşündükleri branşları söylüyorlar. Çoğu orta halli ailelerin çocukları. Gözlerinde kendi geçmişimi görüp mutlu oluyorum.
Ama % 30-40 öğrenci “puanım tuttu geldim” diyor. Rehberlik öğretmeni ya da mentörün önerisiyle “bu puan ziyan olmasın” diyerek yazılmış tıp fakültesi. Neredeyse % 20-25 kadarı iş garantisi olduğu için yazmış ama hiç mi hiç istekli değiller. Geri kalan anne- baba baskısı ile bu sıralarda okuyor. Amaçsızlık, öğrenmeye ket vurduğu gibi öğrenilen bilginin kullanımına da engel. İntörnlük dönemlerinde yine aynı öğrencilerimizi görüyoruz, artık hekimliğe beş var… o istekli öğrenciler asistan gibi kliniklerde polikliniklerde…. isteksiz başlayan ve hala amacını bulamamışların bir kısmı ise bir masa başı devlet memuru edasıyla “bu benim görevim… bu benim görevim değil” derdindeler. Arada amaç edinenler de son süreçlerini daha iyi geçirme ve öğrenme çabasında…
Bu kadar öğrenci alınmasa mı acaba? Ya da tıp fakültesine girişte bilim sınavlarının yanısıra liyakat de gözetilse mi?
Toplumda, basında onay gören hekimlerin kahramanlık öyküleri değil de rahatlık, güzellik, “iyi yaşam(!)” profilleri olduğu sürece giderek azalacak tıp yazdığı ve kazandığı için gözlerinin içi gülenlerin sayısı.
Haz ve hız peşinde , bir an önce zengin olup rahata kavuşma derdinde olan bir genç nesil var artık. Bunun en büyük sebebi de toplumda kolay yoldan para kazanan fırsatçıların çoğalarak idealizmin enayilik gibi görülmesi.İdealizm neredeyse tükenmiş durumda. Şu an tıp fakültelerinin tercih edilme nedeni çok büyük oranda iş garantisi olması. 2023 yılında bu iş garantisi kalkınca ne olacak ömrümüz olursa göreceğiz. Maalesef artık memlekette tabela doktorları artmaya başladı. Özellikle acillerde en ufak bir zorlukla karşılaşan yeni hekimler hemen istifa ediyorlar. Ben 30 yıllık bir hekimim ve bunun 28 yılı cerrahide geçti. Cerrahlığın bedelini 20 yıldır tansiyon ilacı kullanarak ödüyorum ve emekliliğe yansıyan maaşım maalesef 5000 tl bile değil. Cerrahiyi zevk alarak yapıyorum, zaten cerrahi sevmeden yapılmaz. Sevmeden yapılan cerrahi hem hekime hem hastaya ızdırap verir.
DEĞERLİ Doktorlar, size bir memure hanım sıfatıyla yazıyorumm..Ben de 30 yıllık bir memurum. Öncelikle SİZ değerli doktorları yetiştiren ana-baba ve hocalarınıza can-ı gönülden selam gönderiyor ve onlara ve Size uzun ömürler diliyorum…
Evett mesleğiniz çok ama çokk zor…Zaten her zaman derim ki, en zor meslektir DOKTORLUK. Çünkü herkesin sülalesinde oldukça bol sayıda öğretmen, mühendis, bankacı, avukat, işçi, memur, v.b. meslekler vardır. Ama inanın SİZİN O ÇOK DEĞERLİ DOKTOR mesleği yok….varsa da çok çok nadir var…O nedenle belki ücretleriniz size az gelebilir ama ve her işin kendine özgü güzelliği olsa da , SİZ DOKTORLAR inanın ALLAH katında çok güzel bir iş yapıyorsunuz. Siz O’nun YA ŞAFİ adıyla şifa veren ellerisiniz, gözlerisiniz….Bazı hastalar belki kaba saba sizleri kırıp üzüyor ve hatta dövüyorlar ama herkes kendine yakışanı yapar. Siz her şeye rağmen O ASÎL Mesleğinize yaraşır tavır sergileyin…Size bakanlar DOKTOR olmak istiyorum desin…KORKUYORUM demesin….Son olarak diyeceğim şu ki , lise dönemindeki öğrencilere ara ara seminerler düzenleyip, hem mesleğinizin güzel yanlarını, hem bazı zorluklarını ve herşeye rağmen çok seçkin bir meslek olup sevilip sayıldığını anlatırsanız bir çok öğrenciye IŞIK olursunuz…… Sevgiyle kalın, hem bu dünyada hem öte dünyada CENNET hayatını yaşayın..