"Hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici) ilim midir yoksa akıl mı?" tartışması süre dursun dünyanın dört bir tarafında, Bilimle ve akılla açıklayamadığımız olaylar gerçekleşmeye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta ajanslara düşen ve bütün dünyada büyük yankı uyandıran bir haberi sizlerle paylaşmak istiyorum. Habere göre ABD’nin Colorado Springs kentinde bir kadının, doğum yapmak üzere hastaneye getirildiğinde ani bir kalp krizi geçirerek kalbi durmuş. Bütün çabalara rağmen 4 dakika sonunda kalbi çalışmayan ve nefes almayan kadının öldüğüne karar verilip eşine, "karısını kurtaramadıkları, fakat bebeği sezaryen ile dünyaya getirmeye çalışacakları" söylenmiş. Acil bir müdahale ile bebeği sağlıklı olarak dünyaya getiren doktorlar bir başka sürprizle daha karşılaşmışlar. Doğum yapan ve "öldüğüne karar verilen" Tracy Hermansforter geri dönmüş ve kalbi atıp, nefes almaya başlamış. Doğumdan sonra gazetecilere konuşan baba Mike Hermanstorfer, yaşananları "Tanrı’nın mucizesi" olarak değerlendirmiş. Tracy ise yaşananlar sırasında kendini uykuya dalmış gibi hissettiğini söylemiş.
Olay bundan ibaret. Kim ne yorum yaparsa yapsın. Eminim "aklı gözüne inmiş olanlar", "Kesin ölüm teşhisi yanlıştır" diyecek veya bir takım sofistike açıklamalar ile onun gerçekte ölmediğini izaha kalkışacaklardır. Mike Hermanstorfer ve bizim gibi bazı "saflar" da "Tanrı’nın mucizesi" deyip geçecektir. Bizim gibilere "saf" diyorum, çünkü bizler her şeyi akılla çözemeyeceğimizi, bilimle ise hiç halledemeyeceğimizi düşünürüz. Bizim görmediğimiz dalga boyunda şeylerin de var olduğunu, bizim duymadığımız dalga boyunda sesler olduğunu biliriz ve bildiklerimiz, duyduklarımız ve gördüklerimizin bilemediklerimiz, duyamadıklarımız ve göremediklerimizin yanında okyanusta bir damla kadar olduğuna inanırız. Bazıları bize skolastik der, ama biz de onların yukarıdaki olaylar gibi olaylarda lafı nasıl lastik gibi uzattıklarına bakar güleriz. Biz haddimizi bilmenin rahatlığı içinde işimize bakarken, her şeyi akılla halledeceğini düşünenlerin gayretkeşliğini hayret ve ibretle izleriz. Nazan Bekiroğlu’nun "Lâ" romanında Âdem’i anlatırken dediği gibi; "Bıraktı akletmeyi. Alim olan O’ydu, o kendisine talim ettirilenle yetindi."
Haddini bilmek en fazla hekimlere yakışır. Hele ki cerrahlara… Her zaman verdiğimiz tedavinin her durumda aynı sonucu vermemesi neyi anlatır? Ameliyata eller havada gitmenin hikmeti yalnızca sterilite midir? Ölümcül hastanın geri dönmesi, ama "sapasağlam" insanı kaybetmek nedendir ki?
Felsefenin bir alt dalı olan "metafizik" tıp fakültelerinde bir ders olarak okutulmalı. Okutulmalı, ama bizim kendi kaynaklarımızdan. Yoksa Antik Yunanın ve Orta Çağ meşailerininkini okuyup, "evin yolunu temelli şaşırmanın" âlemi yok.
Yazımı Mevlâna’dan bir şiirle bitirmek istiyorum. Anlayana
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi…
Ağladım.
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…
Sonra da her insanın içinde
İyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu…
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu
öğrendim.
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde…
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu
öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını
öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya
Kalp durur
Akıl unutur
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur
MEVLÂNA