Bir kurumun varoluş amacına uygun üretim yapamamasının birçok nedeni olabilir.
Bu nedenlerin ana başlıklarını birkaç maddede sıralarsak:
- Kurum, kurulun amacını net belirlememiştir.
- İhtiyaçtan kaynaklanmadığı için ölü doğmuştur.
- İlkeleri bilimsel olmadığı için tıkanmıştır.
- Sık sık değişen yönetmelik ve yasalarla istikrarı bozulmuştur.
- Genel geçerli olan bozuk düzen içinde “alabora” olmuştur.
- Yönetici aktörleri evrensel düşünce içeren bakış açısına sahip değildir.
- Yöneticiler bağımsız değildir.
- Kurumun yaşamını sürdürecek insan ve para kaynakları yetersizdir.
- Kurumun canlılığını sağlayan “insan” pasif direniş göstermektedir.
Bu nedenleri kategorize eder, iki nedene indirgersek:
- Ya işleyişte (düzende-sistemde) bir bozukluk vardır.
- Ya da insan unsurunda bir eksiklik vardır.
Şayet bir kurumun analizini bilimsel yaklaşımla yapacaksak, bilimin yasaları acımasızdır; iyi niyetle örtüşmezler; ya uyarsınız “olursunuz” ya da uymazsınız “ölürsünüz”.
Üniversitede, hocalarımızla sorunlarımızı tartışırken bunları düşündüm. Üniversite öğretim üyelerinin günümüzdeki durumu “Bir dokun bin ahh işit”.
Sorunlar:
Üniversitede “akademik piramit” ters dönmüş.
Bir disiplinde tabanı geniş olması gereken piramit, tepesi geniş hale dönüşmüş.
Bazı disiplinlerde 10 hocaya bir asistan bile düşmeyecek hale gelmiş.
Doğrusu kadro yokluğundan asistan alabilme işleminin yıllardır tıkanıklığı bilinen bir durumdur.
Böyle bir ortamda, öğretim üyesinden çağdaş eğitim, insan yetiştirme ve bilim üretme fonksiyonlarını gerçekleştirmeyi beklemek “arzuları tatmin”den öteye geçemez.
Bir başka sorun seçimle gelen anabilim dalı ve bilim dalı başkanlarının yetki-sorumluluk dengesizliğidir. Anabilim dalı başkanları sorumlulukları üstlendikleri diğer öğretim üyeleri üzerinde herhangi bir yaptırım gücünün olmaması nedeniyle, birim içinde disiplin ve eğitim yetersiz olmaktadır.
Öğretim üyelerini denetleyen bir sistem geliştirilememektedir. Bir başka sorun, öğretim üye sayısının (profesörlerin) çokluğu nedeniyle, genç jenerasyonun önü tıkanmaktadır. Bir fakültede birkaç fakülte kurabilecek kadar öğretim üyesi varken, bazı fakültelerde bir disiplini kurmak için öğretim üyesi bulunamamaktadır.
Diğer bir sorun, üniversitedeki altyapı yetersizliği sorunudur. Özellikle temel bilimlerdeki bu yetersizlik bilim üretmenin temel dinamiğini köreltmektedir.
En çok yakınılan sorunlardan biri de üniversitedeki seçim sistemidir. Kimi öğretim üyeleri seçimin kaldırılmasını (azınlıkta) isterken, kimi öğretim üyeleri yöneticilerin seçimle belirlenmesini (ezici çoğunluk) istemektedir. Ancak dekan ve rektörlerin doğrudan öğretim üyeleri tarafından seçilmesini önermektedirler.
Öğretim üyeleri, rektörlerin “tek adam-tek yetkili” olan fonksiyonunun doğru olmadığını, bu durumun disiplinlerin istikrar ve iradesini yozlaştırdığını ileri sürmektedirler.
En çarpıcı tespitlerden biri de yayın sorunudur. YÖK’ün “yabancı dergilerde yayın” şartını doçentlik aşamasında “genel geçer” kural haline getirmesiyle üniversitede yabancı yayın sayısı artmış, ancak ülkemiz için bilim üretme adına pratik bir değeri olmamıştır. Ülkemizdeki üretim sorunlarına bilimsel bir ivme kazandırmamıştır.
Doğrusu bu saptama üniversitelerimiz ve geleceğimiz için en önemli sorundur.
Üniversitelerimizin istikbali için yapılan saptamalardan en çarpıcı ve düşündürücü olanı “öğrencilerin ilgisizliği”dir.
Ve fakülteler arası diyalog yok denecek kadar azdır, ümitsizlik psikolojisi yaşayan öğretim üyesi sayısı artmadan “acil çözüm” gerekiyor. Selam ve saygılar.