Genel anlamda ortaöğretimden sonraki eğitim kurumlarında ders vermekle yükümlü olan ya da daha geniş anlamı ile öğretmenlik yapan akademisyenlere “öğretim üyesi” adı verilmektedir. YÖK Kanunu’ndaki tanımlamaya göre öğretim üyesi denince profesör, doçent ve yardımcı doçent anlaşılmaktadır. Yine bugünkü kanunlara gore öğretim üyeleri 67 yaşına kadar üniversitelerde çalışabilmekte ve daha sonra yaş haddinden zorunlu olarak emekli edilmektedir.
Geçen ay, kurucularından olduğum şimdiki Eskişehir Osmangazi Üniversitesi ve daha önceki Anadolu Üniversitesi kadrolarında idarecilik yapmış olan emekli ve halen çalışmakta olan öğretim üyeleri bir akşam yemeğinde buluşmak üzere davet edildik.
Bu nazik ve anlamlı daveti yapan şimdiki Rektör Prof. Dr. Hasan Gönen’i candan kutlamak istiyorum. Zira bu ince düşünce ve nazik davet ilk kez yapılmakta ve Sayın Rektörün ifadesi ile “Önce taam, sonra kelam.” şeklinde başlayan toplantı, yine Rektörün ifadesi ile bir Danışma Kurulu hüviyetini taşımaktaymış. Bu konuda söylenebilecek tek şey, bu tür uygulamaların tüm üniversitelerimizde yapılmasını temenni etmektir. Belki de başka üniversitelerde bu tür uygulamalar zaten yapılagelmektedir; bilmediğim için genel ifade kullanmak durumunda kaldım. Fakat sevgili arkadaşım Prof. Dr. Tuncay Özgünen’in dekanlık yaptığı dönemde Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinde emekli öğretim üyelerinin oturup çalışabilecekleri bir yerin tahsis edildiğini biliyorum. Umarım halen devam ediyordur.
Yukarıda da belirttiğim gibi, öğretim üyelerinin çalışma yaşının son sınırı 67 yaştır. Türkiye’deki duruma bakılırsa, emekli olacak hoca için “Bir an önce gitse de şu adamdan kurtulsak.” duaları edilir. Kimi hocalar için de olmadık iftiralarla ayağının kaydırılması için olmadık kumpaslar kurulur. Zira hocanın odası dâhil her türlü yetkisini daha sonra gelen kullanacaktır. Bu sözlerim çok ekstrem bir ifade gibi algılanabilir ama Türkiye’deki öğretim üyesi realitesi maalesef budur.
Öğretim üyeliği bir özveri ve yaşam tarzıdır; dolayısıyla üniversiteler de istihdam yeri olmadığı gibi para kazanma yeri de değildir. Ama şimdiki toplum algısına bakarsanız aksi düşünceyle karşı karşıya kalırsınız. Hâl böyle olunca da, yıllarını o kuruma adamış olan bir profesörü ya kovar gibi yaş haddinden gönderirsiniz ya da yaş haddini bile beklemeden, son günlerin moda deyimi ile “kumpaslar kurarak” defterini dürersiniz.
Şahidi olduğum iki hocamın durumunu burada ifade etmeden geçemeyeceğim. Hocalarımın ikisi de 1931 doğumlu, yani aynı yaştalar. Biri, 1998 yılında yaş haddinden emekli edildi ve emeklilikten sonra dişiyle tırnağı ile kurduğu departmanına neredeyse sokulmak istenmedi ve üç yıl sonra da hakkın rahmetine kavuştu. Diğeri ise halen “emeritus profesör” olarak kurumunda görevine devam ediyor. Birincisi Türkiye’de, rahmetli hocam Prof. Dr. Bekir Sıtkı Şayli, ikincisi de İngiltere’de, Professor MalcolmAndrew Ferguson-Smith’tir. Hangi ülke kazandı, hangi ülke kaybetti, yorum sizin. Ben başka birşey eklemek istemiyorum.
Şimdi de öğretim üyeleri ile ilgili bir öneride bulunmak istiyorum. Emekli olan öğretim üyelerinden yararlanmanın hem ülkeye hem kuruma hem de öğretim üyesinin kendisine yararı vardır. Bir profesör kolay yetişmiyor; emekli olan profesör istiyorsa (Üniversite istiyorsa değil) cüzi bir ücret ve belirli bir süre ile sözleşme yapılmalı, bu kişi lisans ve/veya lisansüstü ders verebilmeli, seminer anlatabilmeli, isteyenlere danışmanlık yapabilmeli ve hiçbir idari görevi ve tasarruf yetkisi olmamalı, hasta dahi bakmamalı. Böyle bir profesörün kime ne zararı olabilir? Aynı şehirdeki profesör isterse bu şartlarda kendi kurumunda hocalığa devam eder. Hatta emekli profesör yaş haddine bakılmaksızın, ihtiyaç duyulan yeni kurulmuş üniversitelerde görev yapabilmelidir. Ülkemizin yetişmiş elemana her zamankinden daha çok ihtiyacı bulunmaktadır. Çağdaş faaliyetlerini hep takdir ettiğim YÖK yürütme kurulunun bu konuda da çağdaş bir girişimde bulunacağına ya da bulunması gerektiğine inanıyorum. Eğer böyle bir uygulama gerçekleştirilebilirse, ülkenin kaliteli öğretim üyesi eksikliğine de bir çözüm bulunmuş olur; zira bu kıdemli(!) hocalar yenilerini yetiştirmekte de önemli bir görev üstleneceklerdir.
Yazımı şu sözü ekleyerek bitirmek istiyorum: “Kendim için istiyorsam namerdim!”
Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.