Bu eylemi nasıl gerçekleştirebiliriz dersiniz?
Çok zor değil.
Onlarca yıldır, daha doğrusu son 70 yıldır “bilim üretme politikası” üretmeyen ülkemizin yöneticilerine baktığımızda bu hedefe (!) nasıl ulaşıldığını görürüz.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra 1930’lu yıllarda başlayan ve üniversite reformu niteliğinde bir gelişme Atatürk’ün sayesinde gerçekleşmişti.
Hitler’den kaçan ve Türkiye’ye yerleşip üniversitede görevlendirilen bilim insanlarının da desteğiyle bir “üniversite hareketi” ve bir bilim üretme heyecanı doğmuştu.
Atatürk’ün ölümüyle ve ABD’nin 1940’lı yıllarda Türkiye’ye girmesiyle “negatif” süreç başlamış oldu.
ABD’nin yardım gafleti, İsrail Devleti’nin kuruluş tartışmaları.
NATO’ya girme hazırlıkları
Diyanet Teşkilatının kuruluşu.
Demokrasiye geçiş hikâyeleri.
Köy enstitülerinin kuruluş ve yıkılış süreçlerinin yaşanması, bilimin tanımlanmasına bile fırsat vermeden ülkenin gündemini doldurmuştu.
1950’li yıllar bilim adına heba olmuş yıllardı.
Üniversite ile yönetimlerin sürekli sürtüştüğü yıllar.
Demokrasiyi kendi arzularına göre uygulamayan hükümetlerin “bir kaşık suda boğulmalarını” programlayan ve 1960 darbesiyle bunu gerçekleştiren darbecilerin egemen olduğu yıllar 1950’li yıllar.
Bilim demokratik ortamda gelişir.
Bilim özerk üniversitede gelişir.
Bilim özgür insanın geliştireceği bir değerdir.
1950’li yıllarda ne hükümet yanlıları ne de hükümeti alaşağı etmekten başka bir şeyi düşünemeyen “darbe yanlıları”nın bu konuda heyecan duymaları mümkün değildi.
1960’lı yıllarda darbe ikliminin hazırladığı fırtınalı süreçlerin kurbanı olmuş milletin “demokrasiye geçiş” beklentilerinin istismarıyla 70’li yıllara ulaşılmıştır.
Üniversite ve bilim adına hiçbir şey yapılamamıştır.
Sadece üniversite öğrencilerinin birbiriyle çatışmalarını sağlayan ve Fransa’dan ithal edilen öğrenci hareketleriyle 1968 kuşağının efsanesi oluşturulmuştur.
Üniversiteler bu “kuşak”ın kullanılarak, ülke gençlerinin en mücadeleci ve idealist olanları meşgul edilerek bilimden uzak tutulmuştur.
Üstüne üstlük bu jenerasyon 1971 darbesi için gerekçe olarak değerlendirilmiştir.
70’li yıllar, 1960 darbesinin teorik zeminini hazırladığı üniversite gençliğinin sağ ve sol güçlerinin 1971 darbesinden sonra ve 80’li yıllara kadar birbirlerini öldürme süreçlerinin aktörleri olmuşlardır.
Birbirini öldürme ortamının temel dinamiği olan 60 ve 70’li yılların darbeleri üniversitelerin bilim üretmelerini engelleyen en radikal projelerden(!) biridir.
Gelelim 80’li yıllara…
Ülkemizin en dinamik, en çalışkan, ülkesi için birşeyler üretme adına en dertli üniversite gençlerini 60’lı yıllarda ithal fikirlerle hazırla, 70’li yıllarda birbiriyle çatıştır ve yok et sonra da 80’li yıllarda kalanlarını, darbe yapıp zindanlara doldur, işkenceden geçir…
Hazırladığın “Anayasa” ile de bu yaptıklarını yazılı hale getirerek, önce üniversite yasası, sonra da bu üniversite yasasını Anayasa’ya yükleyerek tarihte eşi benzeri görülmemiş “anayasanın bağımlı olduğu üniversite yasası”nı gerçekleştir.
Ve bu projeyle(!) milleti üniversitelerim var bilgi üretiyorum, Türkçe bilim dili değildir, herkes İngilizce öğrenmeli, tüm üniversiteler YÖK’e bağlıdır, kimse kendi istediğine göre düşünüp üretemez. Bir tamim tüm üniversiteleri bağlar, gibi çağ dışı anlayışlar gerçekleştirilmeye “zorla” çalışılmıştır.
Gelelim günümüze.
Aynı anayasa (darbe anayasası),
Aynı üniversite yasası (darbe üniversite yasası),
Aynı üniversite eğitimi (darbe eğitimi),
Aynı bilgi üretiyoruz dünyada 17. sıraya yükseldik oyalanması,
Aynı öğretim üyesi soruşturmaları,
“Aynı tas aynı hamam”.
Bu değerleri yok eden süreçlerden “bilim çıkmaz”.
İşimize geldiği zaman reform yapmayalım.
Doğal olan bilimsel devrim süreçlerini yakalayalım.
Öğretim üyeliğinin kaynağı olan üniversite gençliğini bilim felsefesine göre hazırlayalım ki bilim üretebilelim.
Saygı ve sevgiler.