Bir otomobilin en önemli parçası hangisidir? Bu soruyu öğrencilerime sorduğumda genellikle herhangi bir parçanın ne kadar önemli olduğuna dair cevaplar alırım. Oysa otomobili otomobil yapan, herhangi bir parçasının ne kadar önemli olduğu değil, tüm parçaların bir araya gelip bir sistem oluşturmasıdır. Bu yaklaşım içinde kusursuz bir otomobilin sözgelimi küçücük bir fren teli yoksa onu kullanmamız mümkün değildir. Büyük bütçeler ayrılarak yapılan okullar, atanan öğretmenler, büyük sınavlardan geçmiş öğrenciler, teknolojik altyapı, kitaplar, programlar… Her şeyin kusursuz olduğunu düşündüğümüz bir an, tahtaya yazı yazacak bir kalemimiz yoksa sistemi kurulmuş sayamayız. Çünkü sistem, tüm bileşenler biraya gelince kusursuz bir şekilde çalışabilir; en küçük bir eksiklik bile sistem yaklaşımının kurulmasını ve yürümesini engeller. Bu yaklaşım içinde öğretmenin rolü ve önemi, kuşkusuz tartışılmazdır ve öğretmen yetiştirmek için ciddi ve dikkatli adımlar atılması gereklidir.
Yakın bir döneme kadar öğretmen yetiştirmenin ana kaynakları, Eğitim Fakültesi ile pedagojik sertifika programlarına katılmış olan Fen ve Edebiyat Fakültesi mezunları idi. Süreç, bir prosedürü tamamlama amacı güden ve bir an önce atanmaya koşullanmış gençlerimizi öğütmekteydi. Bir yandan Eğitim Fakülteleri mezunları alan bilgisi açısından zayıf kalırken, diğer yandan alan bilgisi daha güçlü olan Fen ve Edebiyat Fakültesi mezunları, yarım yamalak bir sertifika programı ile öğretmenlik konusunda temel bilgi ve becerilerden yoksun olarak atama beklemekteydi. Oysa öğretmenlik, ilgili alanda ve pedagojide bilgi ve beceri sahibi olmayı, problem çözmeyi, eleştirel düşünmeyi, araştırma becerilerini edinerek yetkin olmayı gerektirmekteydi. Diğer yandan ülke gerçeklerini dikkate almaksızın, bir umut ve para sömürüsüne dönüşen formasyon sistemi ile mezun olan çocuklarımız, atama ve mezun ilişkisine dair hesap kitap yapmaksızın yürütülen bu süreç içinde yoruldu, kayboldu. Dramatik olan, hiçbir paydaşın bu popülizme dur dememesi idi. Herkes mutluydu. Öyle ki yaklaşık 650 bin aday, formasyon belgesi almıştı ve sayıları 100’e yaklaşan Eğitim Fakülteleri de bir kontenjan düşürülmesi olmadan öğrenci almaya devam ediyordu. Bu durum, atanmak için bekleyen adayların sayısını, neredeyse mevcut öğretmen sayısı ile yarışır hale gelmesi ile sonuçlandı.
Şimdi yeni bir dönemeçteyiz. Korkutucu olan, bakanlığın önerdiği Öğretmenlik Meslek Bilgisi Tezsiz Yüksek Lisans Programının da yeni bir formasyon dramına dönüşme tehlikesidir. Aradan bir hayli zaman geçmiş olmasına rağmen, bu programın hangi üniversitelerde ve hangi koşullarda sürdürüleceğinin, içeriğinin ve programın nelerden oluşacağının halen bilinmiyor oluşu da cabası… Niceliğin makul düzeye indirilmesinin ve niteliğin artırılmasının, bu programla ne ölçüde mümkün olacağı da belirsiz görünüyor.
Doğru olan, öğretmen yetiştirme sürecinin mutlaka yüksek lisans düzeyine geçilmesidir. Hâlihazırda mevcut Eğitim Fakültelerinin tezli yüksek lisans programları da bu süreci tamamlamak için yeterlidir. Tezsiz ve belirli üniversitelerle yürütülecek programın, aslında tezli ve ülke geneline yayılması, daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Böylece kuramsal bilgilerle beslenen öğretmenlik uygulamalarının, bilgi ve becerilerinin tez yazımı ile derinleştirilmesi, böylece planlamadan program geliştirmeye, problem çözme becerilerinden araştırma becerilerine, materyal geliştirmeden akademik okuryazarlığa kadar birçok alanda nitelikli öğretmenler yetiştirmemiz mümkün olacaktır. Bu yolla, niceliği azaltarak, öğretmenlik mesleğini bir istihdam alanı olmaktan çıkarıp özellikli bir meslek haline getirebilmek, temel misyon olmalıdır. Sistemin kusursuz olabilmesi için öğretmen eğitiminin de kusursuz tasarlanması gereklidir.
Kimse, en küçük bir parçasının eksik olduğu bir otomobili satın olmak istemez. Çünkü sistemin bir parçasının olmaması, tüm sistemin çalışmayacağı anlamına gelir. Hepimiz, eğitim sistemimizin tüm parçalarını bir araya getirip kusursuzlaştırma yolunda öğretmen yetiştirmeye verilmesi gereken önemin farkındayız elbette. Bir yerden başlamak gerekiyor. Ama şimdi değilse ne zaman?