Medimagazin’de yayımlanan yazılarımı, dostlarımla paylaşmayı seviyorum. Gazetesi kendine ulaşmayan meslektaşlarım ve fırsat bulamadıklarından, internette gazetenin sitesine girip bakamayanlar da bakıp okusunlar diye.
Geçenlerde, “Facebook”ta, Medimagazin’de çıkan son yazım ile yayımlanan en yeni kitabım “Anılar Silinmeden”in kapak resmini arka arkaya paylaştım. Arada bir girip, kimler okumuş, diye bakıyorum. Bilirsiniz, belli bir süre geçtikten sonra artık okuyan ve bakanların sayısı sabitlenir. Aradan on gün geçmiş, tekrar bakıyorum.
Kitabımın kapak resmine 229 beğeni, son yazım olan “İzinsiz Hasta Paylaşımları”na ise sadece 12 beğeni gelmiş!
Merak edip okumak için ilgili linke tıklandığında yazının tamamı çıkıyor. Tek sayfalık bir yazı, iki dakikada da okunuyor.
-İki dakika deme abi, o süre içinde belki yüz paylaşıma bakar, bakarsın ellisini layklarım. Zaman çok önemli benim için.
-Peki, öyle olsun arkadaşım.
Her kitapçıya gittiğimde, önce yeni çıkan kitaplara, sonra da çok satanlara bakarım. İlk bakışta, kitabın görünüşü, kapağı çok önemli. Bazısı çok ilgi çekici bazısı çok yavan gelir bana. Bir kitabı elime alınca, sayfalarını şöyle hızlıca karıştırırım. Bu kısa sürede neye bakar insan? İtiraf edeyim, ben içinde resim var mı diye bakarım. Resim, şekil, fotoğraf, karikatürdür ilk dikkatimi çekenler.
Salt yazılardan oluşan, beş yüz sayfa, tuğla gibi kitabı satın almadan üç-beş kez düşünür insan. Kaç günde bitirebilirim diye, kabaca bir hesap yapar. Okumayacaksam niye alayım ki diye, belki kendisine defalarca sorar. Sonradan vaktim olunca okurum, şeklinde aldığım kitapların çoğu, güncelliğini kaybettiğinden midir, yoksa unutulduğundan mıdır nedir, kenarda kıyıda kalıp okunacakları günleri, hatta yılları bekliyorlar.
Genç meslektaşlarımı her gördüğümde, onlara daima “günlük” tutmalarını öneriyorum. Vaktin olduğunda, her gün olmasa da haftada bir yazarsın, diye yüreklendiriyorum. Benim gençliğimde, bana söyleyen olmadı, günlük tutanı da pek görmedim. Bu yüzden, benim hiç günlüğüm olmadı.
Yazmaksa, başka bir âlem. Okuyanımız az, yazansa ondan daha da az. Gelin bunu bir örnekle açıklayayım. Medimagazin’in ilk günlerinden beri, altısı konuk yazar olmak üzere toplamda, kırk dokuz köşe yazarımız olmuş. Köşe yazılarının sayısal dökümü şöyle:
Yazı adedi Köşe yazarı sayısı
1- 25 14
26- 50 13
51-100 10
101-150 5
15- 200 4
201 ve üzeri 3
Yazarlar toplamı 49
İki yüzün üzerinde köşe yazısı bulunan sadece üç yazarımız var: Hikmet Akgül, ben ve İbrahim Ersoy. Hikmet Hoca’nın son yazısı 2012, İbrahim Bey’in son yazısı 2015 yılında yayımlanmış. Bir dönem, Hocamızın oğlu Prof. Dr. Ahmet Akgül de 2014-2017 yılları arasında aramıza katılmıştı. Dokuz yazıdan sonra, işlerinin yoğun olmasından mıdır nedir, o da yazmayı bıraktı.
Yazarlarımızdan, Semra Dündar Hocamızı 2005’te kaybettik. 2006 yılından itibaren, Urfa’dan Şahin Aksoy kardeşimiz, aksatmadan yazmaya başladı. Onu da 2012’de kaybettik. Verimli bir yaştayken, aramızdan zamansız ayrıldı.
Son zamanlarda, gazetenizde devamlı yazan, İsmail Hakkı Aydın Hoca ile birlikte, biz sadece iki kişi kaldık. Diğer arkadaşlar, bize oranla daha seyrek olarak yazıyorlar.
“Söz uçar yazı kalır.” derler. Fikir ve görüşleri, orada burada söylemekten çok, yazmak lazım cancağızım. Düşünceler, sözde kalmamalı. Seyrek de olsa yazmalı insan, hele de köşe yazarlığına soyunmuşsan, belli konularda daima diyecek bir şeylerin olmalı.
Farklı konularda ve farklı görüşlerdeki yazıların bize her zaman güç vereceği gerçeği, gazetemize çeşni ve çeşitlilik getiriyor. Yeter ki yazılanlar, devamlı birilerini suçlayıcı ve özellikle de ülkemiz aleyhinde olmasın. Buna tüm kalbimle inanıyorum. Gazetenizin daha sık çıkması ve daha çok takip edilmesi ve okunması dileklerimle…