Medimagazinde çıkan yazılarıma, sıklıkla yazdıklarımı onaylayan, bazen karşıt görüşleri savunan, hatta yazdıklarımı eleştiren cevaplar bile almaktayım. Demokrasilerde her görüşün bir değeri vardır. Hepsine saygı duyuyorum. Bu nedenle, gelen iletilerin tamamını saklıyorum.
Kimi zaman, belirli bir konudaki görüşlerimi de soran arkadaşlarım oluyor. Bunlardan birini sizlerle paylaşmak istiyorum. Gelen yazı aynen şöyle;
Sayın hocam, iyi çalışmalar dilerim. öncelikle ben sağlık personeli olmadığımı belirtmek isterim. Bir vatandaş olarak iki konuda sorum olacak. Umarım değerli vaktinizi almam.
1-Bir hastanede uzman doktor mevcut ise pratisyen hekim başhekimliğe vekalet edebilir mi?
Şeker kardeşim, burası Türkiye, kılıfına uydurmak ve adamına uygun olmak kaydıyla her şey olur. Yolunu yöntemini bilmek ve adamını bulmak kaydıyla her şey olur. Ne demişler, “fakir düz yolda yolunu şaşırır, zengin eşeğini dağdan aşırır.” Uzman olanlar yönetimle ayni görüşte değiller, işe sahip çıkmıyorlar, isteksizler ya da pratisyen olan meslektaşım yönetimin tarafında ise bunlar olur. Doğru değil ama, oluyor gerçek bu. Eğitim hastanelerinde, şefler dururken şef yardımcısının başhekim olarak atanması da buna çok güzel bir örnektir.
2-Hizmet alımı kapsamında nitelikli personel alımının zorunlu olması durumunda idarece karşılanacağını düşünüyorum. Sormamdaki neden hizmet alımı kapsamında personel alınıp, ki bunların nitelikli personel olduğunu düşünmüyorum. Bu şahışlar laboratuvar da analiz ve tahlil yapmakla tıpkı bir laborant gibi görevlendiriliyor ve başlarına da gerçek bir laborant tahsis edilip iş çözümlenmiş oluyor. İşin ilginci de hizmet alımı ile alınan ve bu işleri yapan personeller hastane yönetiminde birilerinin yeğeni olabiliyor. Yukarıdaki anlattıklarıma istinaden eğer bir kadro açığı var ise bu Bakanlık tarafından karşılanmaz mı. Hadi diyelim hastanenin yetkisi var böyle bir alıma, nasıl olur da nitelikli personel var iken herhangi bir yetkisi olmayan kişiler önemli bir konuda görevlendiriliyor.
Benim size soruları yöneltmemin nedeni bu işin içinde yıllarınızı vermiş biri olarak yararlanmak ve bir vatandaş olarak sadece görüşünüzden aydınlanmaktır. İlginize ve yorumlarınıza şimdiden teşekkürler dileği ile iyi çalışmalar dilerim.
İstenilen hizmet ve işe, uygun olmayanların atanması yeni bir uygulama değil, şimdiye kadar gelmiş geçmiş tüm iktidarlar döneminde yapılan çok yanlış bir uygulamadır. İktidar partisinin milletvekilleri il ve ilçe başkanları, kedilerini kaptırırlarsa neredeyse işçi bulma kurumu görevlisi haline geliyorlar. Onu oraya yerleştir, berikini buraya tayin ettir. Aslında başvurular halktan geliyor. İdarecilik yaptığım günlerdeki eş dosttan iş için başvuranları dün gibi hatırlıyorum. İş yok, iş yerleri kapanıyor. Gün geçtikçe işsizlik artıyor. İnsanların geçindirmek zorunda oldukları aileleri ve çocukları var. Torpil ve tavassutla işe giren çalışıyor. İşe giremeyen maalesef ailesine yük oluyor, dilenci veya hırsız oluyor, ya da uyuşturucu hatta vücudunu satıyor. Doğrusu en onurluları, milli piyango, simit satarak ya da seyyar satıcılık yaparak ekmeğini taştan çıkaranlardır.
Genelde bu tür yanlış yapılanmalar daha çok devlet sektöründe oluyor.
Özel sektörde ise, firmalar artık işi çok sıkı tutuyorlar. Önce, insan kaynakları bölümleri başvuranları diplomaları ve mezun olduğu üniversiteler, diploma dereceleri, varsa ödülleri, kaç yabancı dili hangi düzeyde bilip bilmediği, kişisel beceri sertifikaları (beden dili, iletişim becerileri gibi). iş deneyimi, eski iş yeri veya üniversitesinden alınan referansları, bilgisayar bilgileri vs. Belirli özellikleri olmayanı işe almamak bir yana değerlendirmeye bile almıyorlar. “İşe bir girsin, biz ona işi öğretiriz.” devri çoktan kapandı. İşe alınan kişi, girdiği günden itibaren yapması gerekenin hemen tamamını yapmak zorunda.
Hep şikâyet ederiz. İhtiyaç olduğunda da, hiç çekinmeden torpil ve tavassut için birilerini ararız. İşte bu bizim toplumumuzun kronik hastalığıdır.