Kuran kursundan arkadaşlarıyla birlikte güle oynaya çıkan Narin kızımız, onlardan ayrılıp evine gittiğinde hunharca öldürüldü. Önce kaybolduğu duyulunca, Başta Diyarbakır olmak üzere tüm ülke ayağa kalktı. Ankara’dan ekipler gönderildi. Başta Jandarma ve emniyet görevlileri olmak üzere, su altı timleri bile aramalarda görevlendirildi. Günlerdir, uzak yakın her yerde Narin arandı. Tarlalar, ağaçlık bölge, çalı dipleri, dere içlerinde, hatta ağaç kovuklarında bile. Onu bulmak için, yüzlerce görevli çalıştı, köye giriş çıkışlar yasaklandı, habercilere yayın yasağı getirildi.
Başta annesi, babası, amcaları, kardeşleri olmak üzere, kimse konuşmuyordu. Nihayet, on dokuz gün sonra, aralarından biri itirafçı olarak sakladıkları yeri gösterdi de, talihsiz Narin’in cesedi, derede bir çuvalın içinde, üzeri taş, kaya ve ağaçlarla örtülü kamufle edilmiş haldeyken bulundu.
Bulundu, ancak vatandaşlar olarak hepimiz, ‘oh çok şükür bulundu’ bile diyemedik, sebep olanlar için, Allah kahretsin, gün yüzü görmesinler dedik. Talihsiz yavrumuz için, gözlerden yaşlar aktı, eller dizlere şiddetle vuruldu, ağıtlar yakıldı. Amcanın arabasındaki kan izleri, önceden bulunmuştu.
Narin, görülmemesi gereken neyi gördü, ceset mi, silah deposunu mu, yoksa hangi çarpık ilişkiye şahit oldu da öldürüldü? Konunun orası burası, her yeri etraflıca araştırılıyor. Olaylar neden gizlenip saklanıyor. Otopsi sonrasında Narin’in üzerine gelinlik duvak konuldu ve yetişkinler için olan büyük tabutla taşınarak, köy mezarlığında toprağa verildi. Bizde en hızlı yürüyen işler, cenaze işleridir, hiç aksamazlar. Her iş bekler de cenaze beklemez. Ölenleri, bekletmeden, hiç vakit geçirmeden hemen toprağa gömeriz. Arkasından bir kaç dua okundu, üzerine biraz da su serpildi mi, iş bitmiştir. Narin’in tabutunun üzerine okul önlüğü yerine neden beyaz duvak konulmuştu? Hoş, artık okullarda beyaz yaka siyah önlükte kalmadı. Gelinlik yerine, okul kıyafeti ve kitap da konulabilirdi.
Bütün bunları neden mi yazdım. Geçen gün okul çıkışı torunumu alma görevi bendeydi. Okulun yanındaki yolda trafik çok sıkışmış, kapının önünde birinci sıra tamamen arabalarla dolu, çaresiz diğer geç kalanlar gibi ikinci sırada bekliyorum. Dörtlüleri yaktım. Yanımızdan geçen araçlar, tek sıra gıdım gıdım ilerlerken, gelen trafik aracı ve anonstan sonra, plakamın fotoğrafının çekildiğini gördüm. Birkaç gün sonra da beklenen trafik cezası geldi. Kim haklı kim haksız. Trafik görevlileri, yerden göğe kadar haklıydılar. İkinci sırada beklemek de neyin nesiydi. İşin doğrusu, torunumun güvenliği için ben de haklıydım. Yanlış olan, biraz uzakta, güvenli bir yerde beklemeyişimdi.
İstanbul’da sabahları iş ve okula gidişle başlayan yoğun trafik, öğleye doğru biraz hafifliyor, derken öğleden sonra okulların çıkış saatlerinden itibaren trafik birden artmaya başlıyor. Okul servislerinden çok daha fazla olarak veliler, çoğunlukla da anneler çocuklarını almaya okul civarlarında arabalarıyla bekleme yaparak, zaten yoğun olan trafiği daha da fazla sıkıştırıyorlar. Artık günlük ritüel olmuş, bunu herkes gibi trafikçilerde biliyorlar. Eh onlara da ceza yazmak için gün doğmuş oluyor.
Niye böyle oluyor diye kendime soruyorum? Servisler pahalı. Ayrıca, çocukların servisle eve ulaşılmaları da çok zaman alıyor. Servislerdeki güvenlik sorunları da cabası. Serviste uyuyakalıp, içeride unutulan çocuklar vb.
Bu ülkede, her şey için olay çıkabiliyor, hatta cinayet bile işleniyor. Ne bakıyon lan cinayetleri. Karşı takım formasını giyenlerin acımasızca dövülmesi, boşanmak isteyen kadınların eşlerince öldürülmesi. Trafikte neden yol vermedin, ekmeği neden bir lira ucuza satıyorsun, ot için, tezek için, köpek için, sokakta kavga eden çocuklar için işlenen cinayetler.
Bu ülkede emniyet kimin için var acaba? Çakarlı arabalarla, eskortlarla gezen devlet büyüklerimiz için mi var. Vatandaş bu, ne olur ne olmaz, yeri gelince kullanırım, hiç olmazsa kendimi savunurum diye arabasında, levye, beyzbol sopası, hatta torpido gözünde, zulada tabanca hazır bekliyor. Hiç yoktan katil olurmuş, suçlu durumuna düşermiş, kimin umurunda.
İstanbul’un Avrupa yakasında, son yıllarda oldukça gelişip, nüfusu çok artan Esenyurt diye bir semt var. Orası sanki Teksas. Emniyetin az işlediği, vahşi batı gibi. Genel bir arama yapılsa, ev araba ve işyerlerinde, top ve roketatar hariç ne varsa bulunur, sustalı sustasız bıçaklar, döner bıçakları, uyuşturucu, tabanca, makineli, hatta Kalaşnikof. Bazı işyerleri, duvarlarına keleş resimlerini koymuşlar. Her akşam TV kanallarında, Esenyurt’tan, kavga, yaralama, soygun ve cinayet haberleri gösteriliyor. Haber programlarında, kanallar telefonlarını servis ediyorlar. Adı da ‘ihbar hattı’ymış. Olayı, gizli kameraman gibi, çekip gönderiyorsun, akşamına yayınlıyorlar.
İşlenen cinayetler, kısa sürede unutuluyor. Narin kızımız da bir sure sonra maalesef unutulacak. Zira, yeni çıkan olaylar, yeni cinayetler gündeme giriyor.
Nasreddin hocanın dediği gibi, davacıya sen haklısın, davalıya sen haklısın, hanım sen de haklısın denildiğinde, işler tatlıya bağlanıyor mu, orası hiç belli değil.
Okulların, uzak-yakın konum ve yerleri, servisler, ulaşım, artan trafik, giderek azalan güvenlik için tek çare de yok gibi. Narin kızımızın başına gelenler çocuklarımıza da olmasın diye, güvenlik ve emniyet için, ikinci sıraya da park ederiz, kesilen cezayı da öderiz demek, ne denli doğrudur, tartışılır. Çok yönlü olması gereken çözüm, bu kadar kolay mıdır?
3 yorum
Merhaba Sayın Haldun Hocam,
Maalesef ,ülkemizde yaşarken bu nahoş tablolarla karşılaşıyoruz. Sanki Texas olduk ! Nerdeyse herkeste bu kesici, delici, ateşli silahlar mevcut. Eskiden insanlardan sadece TSK ya da Emniyet mensuplarının üzerinde silah vardı, oysa şimdi hemen herkeste. Allah hayırlısını versin. Elinize ve yüreğinize sağlık. Saygılarımla.
Akıl ve bilim yolundan saparak, adaletsizlik, ahlaksızlık, adam kayırmacılığı tercih eden toplumların çaresizliği bunlar hocam.
Çare bulamıyoruz maalesef