Küçük bir şehirden yakındaki büyük şehre yatılı olarak okumaya gitmişti. Anadolu’nun pek çok şehrinden, İzmir’den İstanbul’dan pek çok çocuk gelmişti. Tek kasketli baba onundu. Olsun, çocuklar kaynaşmıştı; babalar ve az sayıda anne de birbirinin çocuklarının yataklarına yardım ediyorlardı. Üff! Ne zordu nevresim geçirmek yorgana. Hep anası kaplardı yorganı sabun kokulu ciltlerle. Veliler memleketlerine döndü. Çocuklar ve öğretmenler kaldı. Işıklar sönünce de çocuklar.
Bazı haftalar, yakın olan memleketine gitmek için okuduğu büyük şehirde babasının askerlik arkadaşının adresini “dayımın adresi” diyerek verip izinli olarak evine anacığının yanına giderdi. Eylül, ekim geçti; kasım geldi. Kasım soğuk olur orada. Öğretmenler lacivert ceket gri pantolon okul kıyafeti ile gördüklerinde soruyorlar “senin palton yok mu?”. Cevabı hazırdı onun: “Gelecek öğretmenim, memleketten gönderecekler”. Aslında yalan söylemeyi de beceremezdi ama yere bakarak konuşunca sorun olmuyordu. Aralık ortası geldi, palto gelmedi. Kar yağarken ceketle çıkıyordu dışarı.
Beden eğitimi öğretmeni vardı baba sakinliğinde ve baba sıcaklığında. Tam bir baba gibiydi; mesafeli ama şefkatli.
Yatılı okulda haftasonu çarşı iznine gidilirdi, şehir merkezine. Bir cumartesi şehre girmek için otobüsler gelmeden öğretmen geldi onun yanına, “sen binme otobüse, seninle şehirde ayrı işimiz var” dedi. Herkes bindi otobüslere; şehri biraz gezmek, postaneye mektup vermek, para kalmışsa yemek ve sonra belki sinema için. Onunla öğretmen ayrı gittiler şehre. O yıllarda büyük alışveriş merkezleri yok. İyi bir konfeksiyon mağazasına gidildi. Kaşe kumaştan güzel siyah bir palto alındı. Sıcacıktı ve yakışmıştı da. Başka birinden bir şey kabul etmenin ezikliği de olmasa iyiydi. Okula döndüler. Pazartesi paltosu ile gitti. Sınıftaki çocuklar sevinçle “hayırlı olsun dediler”, o ise biraz sıkılarak “dayım” dedi, “dayım aldı bu paltoyu”. Ne zordu şu yalan söyleme işi!. Palto değil de öğretmenin yüreği ısıtmıştı onu. Onun için çok değerli bir hediyeyi, hiç kimseye göstermeden, yani onu hiç incitmeden almıştı. Lise o palto ile bitti.
Büyüdü; yaşı da büyüdü, eğitimi de, unvanları da. Şimdi o kalpleri ısıtmaya çalışıyor. Ama hiç unutmadı “memleketten bir türlü gelemeyen paltoyu alan babacan öğretmeni”. İYİLİK HİÇ ÖLMEZ! ÖLMESİN DE!
Galiba ölmeyecek. Son zamanlarda çok güzel işaretler var. Meslekte örnek aldığım kişilerden Prof. Dr. Vedat Köseoğlu tarafından kurulan “Sadise ve Mustafa Köseoğlu Sağlık, Eğitim ve Araştırma Vakfı” yardımı yerine ulaşmayacağı düşünen onlarca insanı rahatlatan kararlar almışlar. Vedat Abi şöyle tarif etmiş: “Vakfımız hiçbir derneğe, kulübe, cemiyete, cemaate, gruba bağlı olmaksızın sadece ve sadece iyilik yapmayı arzu ederek bu yola çıktı. Hep arzu ettiğim şey, insanların yaptıkları yardımın nereye gittiğini açıklıkla sorgulayabilmesiydi. Zira, pek çok kişi yaptığı yardımların arkasından bir süre sonra endişe duyabiliyordu. Bunun için vakıf senedine koyduğumuz iki maddeyle bağışçılara güvenli bir yardım ortamı sağlamış olduk. Bunlardan birincisi, vakfın bütün organlarında görev alanlar (Mütevelli Heyeti, Yönetim Kurulu, Denetim Kurulu) hiçbir şekilde ve herhangi bir ad altında ücret almayacaklar; ikincisi ise bağışçılara istedikleri takdirde yaptıkları bağışların nereye gönderildiği bağış yaptıkları ayı izleyen ay içinde gönderilecekler. Bu son özellik bugüne kadar hiçbir vakfın vakıf senedi içerisinde açıkça belirtilmemiştir. Bu nedenle, bağışçılar gönül rahatlığı içinde her türlü bağışta bulunabilirler. Öğrencilerin seçim kriterlerini ve beklentilerini vakfın web sayfasında bulabilirsiniz”.
KAHEV (Kadın Hekimler Eğitime Destek Vakfı), 2017 yılı başında bir grup kadın hekimin sosyal medya aracılığıyla bir araya gelmesi sonrasında temelleri atılan bir yardım hareketinin, ülke genelinde çok sayıda kadın hekimin de desteğini arkasına almasıyla 31 Aralık 2018 tarihinde kurulmuştur. Vakıf olma sürecinde Kadın Hekimler Eğitime Destek Grubu yapılanmasıyla, maddi imkansızlıklar yüzünden eğitimlerine devam etmekte zorlanan her yaş grubundan öğrenciye eğitim desteği vermeye başlayan; kütüphanelerden atölyelere, çeşitli laboratuvarlardan kitap yardımlarına kadar eğitimin farklı alanlarında da destekler veren KAHEV, ülke genelinde büyük bir hızla faaliyetlerine devam etmektedir. Kurucularının hepsi genç kadın meslektaşlarım. Gönülle yola çıkan, cesur, kalıplara sığmayan insanlar.
İstanbul’da Kanserli Çocuklara Umut Vakfı (KAÇUV), Samsun’da Samsun Lösemili ve Kan Hastalıklı Çocuklar Derneği (LÖSAM) lokal olarak çocukların kalbine dokunup, dertli insanlara destek oluyor. Hele Samsun’da LÖSAM’ın bir Sema Ablası var ki (Sema Danışmaz) kanserleri artarda alt edip, tüm kanserli çocukların yardımına koşuyor. Samsun’un yağmurunu, çamurunu umursamadan hem de. Tüm kadınlar gibi korumaya, kollamaya çalışıyor çocukları.
Ee! adam, senin derdin ne derseniz? Benim derdim, herkesin bir sağduyusu vardır ya, herkes başka birisine destek olsun isterim. Hepimizin herkese karşı sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Korkmayın, çekinmeyin ki sonra niye yapmadım demeyin.
2 yorum
İyilik yap iyilik gör.Paylaşıldıkça büyüyen insanlık…Kutluyorum tüm iyileri…
‘İyilik yap, denize at ……… bilir,’ ”veren el, alan elden üstündür’ derler. Sizi kutlarım. Bu arada, yine Gazi Pediatri çıkışlı, Dr Üstün Ezer’in kurmuş olduğu LÖSEV’i de hatırlamayı unutmayalım.