“Üç metotla bilgeliği öğrenebiliriz: En soylusu olan düşünme ile; en acı olan deneyimle ve en kolay olan taklit ile.”
Konfüçyüs
Depremler, sel felaketleri, trafik kazaları, maganda kurşunları, patlamalar, savaşlar… Bilmem farkında mısınız, bir türlü kendimize yakıştıramadığımız ölüm aslında hemen yanı başımızda.
Yaşadıkça, yaşlandıkça, ömrümüzün sonuna yaklaştıkça hayata dair çok şey öğreniriz ama çoğu kez iş işten geçmiş olur. “Gençlik muhteşem bir şeydir,” der George Bernard Shaw. “Ne yazık ki bunun gençken harcanması çok acıdır.”
Peki, iş işten geçmeden, acı deneyimler yaşamadan hayattaki önemli şeyleri öğrenmek mümkün değil midir? Olmaz mı? Bu yollardan geçmiş pek çok insan deneyimlerini ders almak isteyenlerin istifasına sunmuştur. Kitaplardan bahsediyorum. Tam da bu konuyla ilgili harika bir örnekten bahsedeceğim şimdi.
Son yıllarda okuduğum en etkileyici kitaplardan birisi John Izzo tarafından kaleme alından “Ölmeden Önce Keşfetmeniz Gereken 5 Sır” isimli eserdir. Yaklaşık altmışlı yaşlarda hayatlarımız hakkında etraflıca düşünmeye başlarız genellikle. Nitekim John Izzo, altmış yaş üstü olup çevresi tarafından bilge olarak tanınan yani mutluluğu ve hayatın anlamını keşfetmiş kişilerle görüşerek yaptığı araştırma sonucunda bahsettiğim eseri şekillendirmiştir. Bu insanlar arasındaki -din, meslek, eğitim ve ekonomik durum gibi- birçok farklılığa rağmen daha iyi yaşamanın sırları hepsinde ortaktı. İşte bu sırlardan birincisi şuydu:
“Kendinize karşı dürüst olun.”
Yıllardır hayattaki önemli şeyler üzerinde düşünen, kafa yoran bir insanım. Ve itiraf edeyim şu kitabı okuyana kadar kendimize karşı dürüst olmanın hayattaki en önemli şeylerden birisi hele birincisi olduğunu düşünmemiştim.
İnsanlara hayatlarındaki önemli şeyleri söylediğinizde farklı cevaplar verirler. Her ne kadar en sık duyduğunuz yanıtlar sevgi, sağlık, aile, vatan gibi şeyler olsa da pratikte işler değişiyor. İnsanlar daha çok zenginliğin, şöhretin, kariyerin, makamın, güzelliğin peşinden koşuyor.
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz,” demiş Ziya Paşa. Bir insan için hayattaki en önemli şeyi anlamanın yolu söylediklerine değil yaşamına bakmaktır. Hayatının en önemli zamanını, enerjisinin en büyük kısmını ve parasının en çoğunu ne için harcıyorsa bir insan hayatındaki en önemli şey odur aslında.
Asırların birikimi bilgelik, insanların hayatındaki en önemli şeyin mutluluk olduğunu söylemiştir. Mutluluğun yolunun ise erdemli bir hayat sürmek olduğu konusunda neredeyse fikir birliği vardır. Dürüstlük de zor bulunan değerli bir erdemdir. En önemlisi de kanaatimce yeryüzünde yaşayan en önemli insana karşı dürüst olmaktır. İşte o da insanın kendisidir.
Bu kitabı okuduktan ve üzerinde düşünmeye başladıktan sonra bu sırrın gerçekliğini daha iyi fark etmeye başladım. Gerek bireysel sorunlarımız ve huzursuzluklarımız gerekse toplumsal çatışmaların altında yatan en önemli etkenlerden birisinin insanların öncelikle kendilerine karşı dürüst olmamasından kaynaklandığını fark ettim.
Günümüz gençliğinde en çok gözüme çarpan şeylerden birisi özgürlük tutkusu ve özgüven patlamasıdır. Ve özgürlüğü anneden, babadan, çevreden hatta bazen de yasalardan bağımsız bir hayat olarak algılıyorlar ama en önemlisini yani içsel özgürlüğü unutuyorlar. Kendine değer verdiğini söylüyor ama başkaları için süsleniyor örneğin. Kendin olmanın, kendine değer vermenin, yüreğinin götürdüğü yere gitmenin öneminin farkında bile değiller.
Gerçek özgürlük değerlidir ama bir bedel ister. Anneye, babaya, öğretmene, yasaya isyan etmek en ucuz özgürlük çabasıdır. Gerçek özgürlük, içindeki tembellik dürtüsünden özgürleşerek çalışmaktır örneğin. Ya da hazların kölesi olmaktan kurtulup erdemli bir hayat sürmektir.
Kendimize karşı dürüst olalım. Çocukluğumuzdan beri etkisinden kurtulamadığımız bir sosyal çevremiz var. Çevremiz ve bunun etkisinden bağımsız olmayan medya kaynaklarımız inançlarımızı ve siyasi görüşlerimizi pekiştirir. Öyle ki, inandığımız değerleri sorgulamaktan bile korkarız. Gerçekleri arayacak yerde zaten bulduğumuz şeyin en doğrusu olduğunda diretiriz.
İnanç ve siyasi görüş gibi ruhumuza derinlemesine nüfuz etmiş düşüncelerimizi değiştirmekten korkarız. Gerçekleri aramaktansa avukat misali savunduğumuz şeylerin gerçekliğini ispat etmek için uğraşırız. Yanlış yolda yürüdükten sonra ne kadar hızlı gittiğiniz önemli değildir. Şeytanın avukatı olup katili bile aklayabilirsiniz ama bu cinayeti örtbas etmez. Karşınızdaki avukat da sizin tam tersinizi savunacaktır.
Doğruyu arayan ise her iki tarafı dinleyip, delilleri de bir araya getirerek adil karar vermeye çalışan hâkimdir. Kendimize karşı dürüst olduğumuzda adil bir hâkim misali gerçekleri ararız. Sahip olduğumuz fikirlerle çelişse bile yaparız bunu.
“Üç metotla bilgeliği öğrenebiliriz,” der Konfüçyüs. “En soylusu olan düşünme ile; en acı olan deneyimle ve en kolay olan taklit ile.” Kabul etmek gerekir ki, insanların çoğu bu seçenekler arasında en acı olan deneyimi tercih etmektedir. Oysa harika bir kitap bize düşünerek bilgece, erdemli ve huzurlu bir hayata ulaşmanın yollarını öğretir.
Değerli bir çalışmanın ürünü olan bahsettiğim kitapta bahsedilen beş sırdan sadece birini bile içselleştirsek hayatımızda devrim niteliğinde değişimler olur. Silkelenir hatta belki de sarsılırız ama kendimize geliriz. Düşünce dünyamızdaki aydınlanma ruhumuza da iyi gelir.
“Bir ağacı ekmek için en iyi zaman yirmi yıl önceydi,” der bir Çin Atasözü. “Fakat ikinci en iyi zaman bugündür.” Hayattaki önemli şeyleri keşfetmek ve bu bilgeliği hayatımızın bir parçası yapmak için hiçbir zaman geç değildir. Değişime direnç dediğimiz zihnimizdeki şu sert kabuğu çatlatıp aydınlanma yolunda minik ama değerli bir adım atabilmek dileklerimle…