“Hayat, ölümden alınmış kısa vadeli bir borçtur.” A. Schopenhauer
“Ölüm Döşeği” kavramı, kültürlerarası farklı ritüeller eşliğinde, ölmekte olan bir kişiyi son yolculuğuna uğurlarken duyguların kolektif olarak paylaşıldığı toplumsal bir süreci ifade eder. Ölüm döşeği sürecine ölmekte olan kişinin aile bireyleri başta olmakla beraber, akraba ve dost ziyaretlerinin yansıra, tıp görevlileri ve bireyin inancına göre davet edilen din görevlileri gibi birçok kişi aktif bir şekilde dahil olurlar. Zira bu süreç birçok ortak değerlerin ve dinsel faaliyetlerin ortaya çıktığı toplumsal bir alan da üretmektedir.
Modern öncesi toplumlarda ölüm, hayatın doğal bir parçası olarak kabul edilmekte iken, modern toplumlarda ölüm tabulaştırılarak, teknik bir olgu gibi değerlendirilip, tıbbileştirilmektedir. Dolayısıyla hastaneler, şifa bulunulan yerler değil, ölümle mücadele edilen merkezler haline gelmektedir.
Özellikle, bir bireyin gerek kendinin ve gerekse en yakınlarının ölüm ihtimaline karşı psikolojik olarak hiçbir zaman hazır hissedememesi ve durumu kabullenememesi bir gerçekliktir. Bu nedenle kişi iki şekilde ölümle mücadele etmeye yönelir. Birincisi bu acı ölüm gerçeğini yokmuş gibi inkâr etme yoluna giderek, ölümü bilinç altına yönlendirip tabulaştırarak kontrol altında tuttuğunu hisseder. Pasif hale getirilip ertelendiği düşünülen ölüm duygusu bireye kendini kısa vadeli güvende hissettirse de uzun vadede daha da katlanmış olarak bilinç düzeyine ulaşan bireyin kontrolünden çıkmasıyla bireyde korkuların artarak oluşmasına yol açar. İkinci olarak bireyler ölüme karşı çareler aramaya çalışırlarken, bireysel değil bu defa kolektif bir bilinç oluşturup, ölümü teknik bir olgu olarak algılayarak, ona meydan okuma ve hayattan uzaklaştırma çabasına girip aktif olarak çeşitli yöntemler ve ritüellere başvururlar.
Birçok insanın kendi ölümünün iyi bir şekilde gerçekleşmesini arzu ettiğini varsayarak iyi bir ölüm; uzun bir hayatın ardından, borçların ödendiği ve yükümlülüklerin yerine getirildiği, tartışmaların ve anlaşmazlıkların çözüldüğü, manevi ve ruhsal bakımdan güçlü, huzurlu bir atmosferde, sevdiklerinin yanında ve kendi yatağında gerçekleşen bir sona erişmektir.
Ölüm dünyevî hayatın nihayete ermesi, Rabbe dönüş ve öze bağlanıştır. Ölümü bedenin ilâhî özü olarak kabul eden İslâm filozofları, ölümü bu özün, dünyada yapılanların muhasebesi olarak telakki ederler. Bu bağlamda ölümden sonraki hayat, bir hasat zamanıdır. Ontolojik bakımdan ölüm öznenin kendisinde yaşadığı bir değişimdir. Epistemolojik bakımdan ise ölüm öznenin kendisine dair idrakin doruk noktasıdır. Bu noktada ölüm, gafletten bilince erişmedir. (3).
Aidiyeti ve hafızayı temsil eden evde ölme imtiyazı, yerini gittikçe dünyevileşen ve sağlık mekanizmasının kontrolünde şekillenen profesyonel izole ölüme bırakmıştır. Böylece ölüm döşeğindeki erişime açık ölme, sanki gerekliymiş gibi teknoloji-destekli, bağlantısız ve klinik-merkezli sessiz ölme biçimine dönüşmüştür. Bu dönüşüm, tıbbın denetlenemeyen baskısının ve gayri-insani bilimci yaklaşımın modern dünyayı nasıl kuşattığının bir ifadesidir. Ölüm döşeğinde gerçekleşen ölümde kişisellik ve biriciklik değeri taşıyan yatak, yoğun bakım kültüründe hafızasızlık olarak sembolleşir. Yaşam ve ölüme şahitlik eden bir ara-mekân olan ölüm döşeğinin aksine, yoğun bakım ünitesi ne hayatın ne de ölümün olmadığı bir mekânsızlığa karşılık gelir. Yoğun bakım ünitelerinde acısı kadar huzuru da ilaçlarla bastırılmış izole hastalar ölmektedir. Böylece ölmek hemen gerçekleşmesi ve izlerinin de hızlı bir şekilde silinmesi gereken kötü bir an olarak değerlendirilir. Ruhun bedene indirgendiği bu yerlerde onarılmaya çalışılan tek şey bedenlerdir (4).
Kellehear’e göre iyi ölüm ani değil, genellikle ölmekte olan kişi tarafından iyi hazırlanmış ölümdür. Bu anlamda iyi ölüm, ölümü mümkün olduğu kadar çok insan için olabildiğince olumlu ve anlamlı kılma yönündeki daha geniş toplum beklentisine uyan ölümdür. İyi bir ölüm, bu zamanı işleri halletmek ve vedalaşmak, hatta manevi ve psikolojik olarak diğer dünya yolculuğuna hazırlanmak için kullanabilir. Kötü ölümler, borçların ve yükümlülüklerin ödenmesine kişinin sosyal ve ekonomik işlerini düzene koymasında kontrol edici bir rol oynamasına izin vermez (5).
Ölümün önemli bir boyutu da insanlar tarafından nasıl anlamlandırıldığıdır. Bu anlam toplumların niteliklerine göre değer bulmaktadır. Ancak günümüzde giderek insanların ölümden uzaklaştıkları vurgulanmaktadır. Bu nedenle hayatın önemli bir evresi olarak kabul edilen ölümün özellikle genç nesillere tanıtılması gerekmektedir. Bunun en etkin yolu okullarda verilmesi düşünülen ölüm eğitimidir. Ölüm eğitimi Amerika’da ortaya çıkmış, bugün İngiltere’deki birçok ortaokulda yaygın olarak verilmektedir. İlköğretim okullarına da ölüm eğitiminin dâhil edilmesi sorunu ise tartışmaların ön saflarında yer almaktadır (6).
Ölüm döşeği, ölümün kolektif olarak onaylandığı ve mütevazi ritüeller beraberinde bir tür hazırlık mekanıdır. Burada ölme, hayatın zıddı olarak görülmez; aksine hayatın zorunlu bir unsuru, içkin bir boyutu ve tamamlayıcısı olarak kabul edilir. Ölmekte olan kişinin sevdikleriyle söyleşebildiği, tavsiyelerini onaylatabildiği, böylece ölüme hafifleyerek yönelebildiği bir geçiş zamanıdır. Bu durum, aynı zamanda iç hesaplaşmalarla geçmişe, yönlendirici vasiyetlerle geleceğe dairdir. Ölüm döşeği ölümle gönüllü randevu mekânı, bu hakikati içten kabul ederek onunla baş başa kalındığı kişisel bir zaman kesitidir (4). Bu istisnai durum bir hesaplaşmayı içerirken geleceğe dair bazı sözlerin verilmesi hatta akitlerin yapılmasını da sağlamaktadır. Zira son anlarda dile getirilenlerin reddi düşük bir ihtimaldir. Katılımcılar bu son süreçte yakınların böylece vefat edeni daha rahatlamış bir şekilde öte dünyaya uğurlamaktadırlar. Kaldı ki bu huzur hali kendilerine de sirayet etmektedir. Dolayısıyla karşılıklı olarak hayatın bu hali daha rahat kabul görecektir.
Ölüm döşeği; evde, çocuklar ve torunlarla birlikte, kutsal kitapların okunduğu manevi ve duygusal bir atmosferde, huzur içinde, vasiyetler ve nasihatlerde bulunarak, küskünlükleri gidererek, helalleşerek, geride barış ve huzur bırakarak ölmeyi içermektedir. Dolayısıyla katılımcıların ifadeleri ve literatür temelinde kendi yatağında, ölüm döşeğinde ölmek iyi bir ölüm olarak değerlendirilebilir. Bunun yanında ölüm döşeği Aries (1976)’in “evcilleştirilmiş ölüm” niteliklerini de barındırmaktadır. Bu ölüm sürecinde pasif teslimiyet, mistik güven umut ve aşinalık mevcuttur. Ölüm tanıdık ve yakındır (7).
Ölümü beklenen birine yapılan ziyaretler iki bakımdan değerlendirilebilir: İlki ölüm döşeğinde olan kişinin yakınlarına yöneliktir. Bu durumda yapılan ziyaretler dayanışmanın bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Bir enformel sosyal destek olarak nitelenebilecek bu ziyaretlerle aile üyelerinin psikolojik bakımdan daha güçlü olmaları sağlanmaktadır. Bu durum, aileler kendilerinin maddi ve manevi boyutlarda desteklendiklerini müşahede ettiklerinde, sürecin daha rahat yaşanmasını sağlamaktadır. İkinci boyut ise ölüm döşeğinde olan kişi ile ilgilidir. Zira yapılan ziyaretler bu kişilerde huzur ve sükûnete neden olmaktadırlar. İyi dilekleri, temenniler ve dualar rahatlatıcı özellik taşımaktadır. Ziyaretlerde geçmişi yâd etme, helalleşme gibi unsurlar karşılıklı rızayı doğurmaktadır. Bunların yanı sıra kişi kendinin yaşantısı için de olumlu geri bildirimler almaktadır. Kendinin yaşadığı hayatın insanlar nezdinde kabul gördüğü, makbul karşılandığı hatta onaylandığının bir emaresi olarak da değerlendirilmektedir. Bu durum ise ölüm döşeğindeki insan için hesaba çekileceğini düşündüğü uhrevi mahkeme için oldukça umut vericidir. Ayrıca söz konusu değerlendirme, geride kalan evlatlar için de ferahlatıcı bir boyut taşımaktadır. Yakınlarına gösterilen bu ilgi ve rıza, ölümü karşılamada kolaylık sunmaktadır.
Birçok insan ölmeden önce hayatının belli bir kısmını yaşadığı yerlere tekrar dönmektedir. Yaşadığı hayatın muhasebesini yapmak bunun nedenlerinden biri olarak ileri sürülebilir. Bu mekânlar kişinin yaşadıklarını tekrar gün yüzüne çıkarmakta ve kişi bunların muhasebesini yapabilmektedir. Mekân kişinin geçmişini canlı kılmanın bir unsuru olarak da değerlendirilebilir. Mekân ve birlikte yaşam sürdüğü kişiler geçmiş ile hesaplaşmasını sağlamaktadır. Bazı katılımcılar kendi köylerine dönen insanların herkesle vedalaşmanın verdiği dinginliği gözlemlediklerini belirtmişlerdir. Gurbette kimsesiz bir şekilde defnedilmenin vereceği huzursuzluğunun böylece giderildiği anlaşılmaktadır.
Bu geri dönüşler birçok fırsata neden olmaktadır. Geçmişiyle barışık hale gelme gerektiğinde onarıcı eylemler ve yaşamını aklama bu fırsatlardan biri olarak değerlendirilebilir. Kişiler günah ve sevaplarını tartmaktadır. Kalp kırıklıkları, düşmanlıklar ve özlemler telafi edilebilmektedir. Mekân tövbe ya da hataları giderme fırsatı sunmaktadır. Modern hayat ölmek için uygun nitelikler barındırmaz. Bu nedenle kişi sılaya dönmek ve orada ölmek istiyor. Bu durum mikro boyutta modern olanın reddi anlamı taşıdığı ileri sürülebilir. Aidiyet ve toplumsal bağın kurulamadığı bu alandan kaçmak isteyen bireyin bunu sılada gömülme düşüncesiyle aşmaya çalıştığı da ileri sürülebilir.
Ölüm döşeği çevresinde bulunanlar, ölmekte olanın söylediklerini içten bir şekilde dinleyerek onu rahatlatırlar. Ölmekte olanın vasiyet ve nasihatleri, sorgusuz kabul eden yakınları için bağlayıcıdır. Bu noktada ölmekte olan kimse, bilge bir öğretici görevi üstlenirken çocukları ve torunları ise birer öğrenci rolünü üstlenirler. Bu etkileşimde pişmanlıklar helalleşmeye, hatalar af dilemeye yol açar. Ölmekte olanın yaşadığı ömür böylelikle temize çekilir ve eksikliklerden arındırılır.
Ölmekte olan kişilerin söyledikleri oldukça bağlayıcıdır. Her bir söz muhataplarınca dikkatle dinlenmekte ve gerçekleştirileceği sözü verilmektedir. Yapılan hatalardan pişmanlıklar dile getirilmekte, yanlışlıklardan uzak durma konusunda nasihatler verilmektedir. Bu tekrarlanamaz etkileşim herkes için özel bir mana taşıyarak bir ömür boyu hatırlanacaktır.
Modern toplumun inkâr ettiği, toplumun dışına attığı ölüm hakkında, batıda bazı devletlerde çeşitli eğitim programları ve politikalar üretilmektedir. Hayatın bu mutlak olgusuyla, çocukların nasıl muhatap olmaları gerektiği eğitim sürecinde tartışılmaktadır. Zira ölümün sonuçları itibari ile yıkıcı olduğu bilinmektedir. Sosyal ve ruhsal bakımdan boşluk üretmektedir. Her yaştan kişiler ölümle karşılaşmaktadırlar. Bu nedenle ölümü karşılama hususunda çocukların eğitime tabi tutulması gerekliliği ileri sürülmektedir. Bu doğrultuda çeşitli araştırmalar yapılmıştır.
Wass ölüm eğitiminin, öğrencileri ölümle ilgili kişisel anlayış ve tutumlarla yüzleşmeye teşvik etmek anlamına geldiğini belirtmektedir. Ona göre, bu eğitim kişisel boyutta, öğrencilerin kaygılarıyla başa çıkmalarına, krizdeki insanlarla rahat etkileşim kurmalarına insancıl ve şefkatli bir görev haline getiren empati nitelikleri geliştirmelerine yardımcı olmayı amaçlayan bileşendir (8).
Bu bağlamda ölüm döşeği sürecinde yaşanılanların pratik enformel bir ölüm eğitimi olduğu dile getirilebilir. Bu süreçte birçok insan ölümü farklı boyutlarıyla tecrübe etmektedirler. Vefat eden kişinin yakınları, akrabaların yanı sıra çocuklar ve torunlar da bu deneyimi yaşamaktadırlar. Ölümün gittikçe hastanelerde ve tıp merkezlerinde gerçekleşmesi insanların ona şahit olmalarının önünde önemli bir engeldir. Hâlbuki evde gerçekleşen ölümü, hayatın olağan sürecinde deneyimlemek onun travmatik olarak ortaya çıkmasını zayıflatacaktır. Dolayısıyla bu süreçte denetlenebilir nitelikten uzakta olmasına rağmen ölümün çocuklar için yaşamın olağan bir evresi olarak anlamlandırılması gelecek yaşamlarında onunla yüzleşmenin travmatik düzeyini düşürecektir. Ölüm döşeği ölümü hayatın içinde tutan önemli bir mekân olarak değerlendirilebilmektedir.
Sonuç olarak; ölüm olgusu kapsamında değerlendirilebilecek ölüm döşeği hali, ölüm döşeğinde olma ya da ölüm döşeği çevresinde yaşanılan ilişkiler bağlamında yürütülen ölüme yüklenilen anlam ile onun çerçevesinde oluşan değer ve faaliyetler arasında güçlü bir ilişki ağının olduğu tespitidir. Kişiler ölümü bir manevi geçiş olarak değerlendirmektedirler. Bu geçişin huzurlu ve iyi bir şekilde gerçekleşmesi kolektif bir çabanın ürünü olacağı ve bu süreçte birçok statüden beklenilen rollerin yerine getirilmesi gerekmektedir. Vedalaşma, uğurlanma ve helalleşme bu çabaların yerini bulduğu anlamına gelmektedir. Huzurlu bir veda için gerekli koşulların başında; bilhassa evlatların ölüm döşeği etrafında bulunması, kutsal kitapların okunduğu ve duaların yapıldığı bir ortamın var olması, vasiyetlerin yapılıp onaylatılması gelmektedir.
Ölüm döşeğinde ölmek evcilleştirilmiş iyi bir ölüm örneğidir. Ölüm tanıdık, hakikat olarak kabul edilmektedir. Ölümün gerçekleştiği mekân ve yerin muhataplar için oldukça önemli olduğu bu doğrultuda birçok vasiyet ve faaliyetin yapıldığı belirlenmiştir. Ölümün bir süreç boyunca yaşanmasında birçok kişi için pratik enformel bir eğitim olduğu sonucuna da varılması olasıdır.
Kaynakça / Reference
1) Levinas, E. (2021). Tanrı, ölüm ve zaman. Çev.: Işık Ergüden. İstanbul: Sel Yayıncılık, 20.
2) Bauman, Z. (2000). Ölümlülük, ölümsüzlük ve diğer hayat stratejileri. Çev: Nurgül Demirdöven. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 28.
3) Yiğit, F. (2020). İslam filozoflarına göre ölümün mahiyeti. Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 7(1), 717-741.
4) Demir, S. T. (2017). Modernite ve ölüm: Açık erişimli ölüm döşeğinden izole yoğun bakım ünitelerine bedenin ve ölmenin değişen yüzü. Global Media Journal TR Edition, 7(14), 190-202. DOI:10.1080/13576275.2010.482769.
5) Kellehear, A. (2007). A social history of dying. Cambridge: Cambridge University Press.
6) Higgins, S. (1999). Death education in the primary school [1]. International Journal of Children’s spirituality, 4(1), 77-90.
7) Aries, P. (1976). Western attitudes toward death: From the Middle Ages to the present. Translated by: Patricia M. Ranum, London: Marion Boyars.
8) Wass, H. (2004). A perspective on the current state of death education. Death Studies, 28(4), 289-308. DOI: 10.1080/07481180490432315.