Hangi yüzyılda olursak olalım en önemli etik kural,“Önce hasta, sonra hastalık”tır.
Neden önce hastaya eğilmemiz gerekir?
Çünkü ona empatiyle yaklaşmak, tanımak ve gerekli bilgileri elde ettikten sonra onun hastalığına eğilmek ilk ve öncelikli durum olmalıdır.
Bu bakımdan hastaya empatiyle yaklaşmanın büyük bir önemi vardır. Her zaman yazdığımız gibi güler yüz çok önemlidir. İlk çağların ünlü hekimi Hipokrat da bu konuda şöyle demektedir: ’’Doktorun belli bir sosyalleşme seviyesi olmalıdır. Çünkü somurtkan bir mizaç, ne sağlıklı insanlara ne de hasta insanlara nüfuz edebilir.’’
Hipokrat’ın ilgilendiği durum yalnız hastada beliren bir hastalık değil, aynı zamanda hastanın kendisi idi.
Bu konuda ünlü Türk hekimi İbni Sina da aynı durumu belirtmekte ve hasta hakkındaki bilgilerin büyük bir titizlikle alınması ve incelenmesi gerektiği üzerinde durmaktadır.
Süheyl Ünver’inTıbbi Deontoloji Derslerinden Kısa Bahisler adlı kitabının 5. bölümü olan Hekim ve Psikoloji adlı kısmında “Hekimin hastasına yararlı olabilmesi için psikolojiyi iyi bilmesi, daha doğrusu hastanın durumuna, hastalığına ve karakterine uygun davranması gerekir.’’ diye yazar. Ünver, bu konuda: “Hastaları yalnız ilaçla değil, psikolojik olarak, onları telkin altında bırakarak ruhsal açıdan da tedavi etmek gerekmektedir.” diye yazmaktadır.Ünver’e göre, her hasta değişik ruh yapısına ve karaktere sahiptir. Yine muayeneyi hastayı fazla sıkmadan yapmak ve sorulan sorulara alınan yanıtlarla onu rahatlatma ve tanıyı koyabilme yoluna gitmelidir. Bütün bu durumların hepsinde hasta ile hekim arasında güven, empati, vicdan, sevgi ve dayanışma olmalıdır. Bunun için de hekimin hastanın psikolojisini yakından anlaması ve ona göre davranması gerekir.
Ünver, bu bölümde bazı hastalardan da örnekler vererek söz eder. Burada özellikle her yaş ve dönemde hastaya karşı nasıl davranılacağı belirtilir. Ünver, bu konuda, “Çocuk, genç, olgun ve ilerlemiş yaşlarda, hekimin yaşlara ve cinslere göre dikkat edeceği pek çok durum vardır. Bu bakımdan psikolojiyi iyi bilmelidir. Bir psikolog gibi davranan, iyi ve vicdanlı bir hekim başarılı bir insandır.” diye yazar ve böylece vicdanın önemini özellikle belirtmeye çalışır.
Kitabın 6. bölümünde ise tıp mesleğinin sosyal yaşamdaki yerine değinilir. Bir hekimin yalnız insan olarak değil, aynı zamanda mesleğinden dolayı da sayılan ve sevilen bir kişi olması gerekir. Ancak bu, hekimin yakınındaki insanların her sorunuyla ilgilenen, sevecen, saygıdeğer bir kimse olmasıyla mümkündür. Hekim, gerektiğinde yaşamın bütün alanlarında yardımı istenecek, dost olunabilecek, dertleşilebilecek ve önerileri dikkate alınacak bir meslek mensubudur.
Kişinin hastalanması psikolojik olarak bir çeşit başarısızlık olarak görülür. İnsanlar, hastalıklara normal hayatı kısıtlayan bir durum olarak bakmaktadırlar. Bir kısmı hasta oldukları halde bunu kabul etmeme eğilimine girer ve toplumdaki mevcut statülerini korumaya çalışırlar. Çünkü bu insanlar değişik bir statüde bulunmaya tahammül edemezler. Onları hasta sınıfı içinde değerlendirmek, son derece üzüntü verici ve rahatsız edici bir durumdur.
Ancak, hastalık herkesin başına gelebilir. Bu, kanser de olabilir. Bu nedenle önce hastayı tanımak, sağlık durumunu kendisinin anlatmasını sağlamak ve onunla dost olmak gerekir. Böylece bu bilgiler hekimin hastalık hakkındaki ön bilgileri almasını sağlayacaktır.
Hastalık ve sağlık herkes içindir. Hastalıkta insanın yaşamı ve dünyaya bakış açısı değişir. Öyle ki insan adeta her şeyini unutur ve onun için artık dar çerçevedeki yaşamının umutları, hayalleri ve öfke dolu serzenişleri vardır.
İşte böyle bir yaşam kavgasında hastanın tek tutunduğu dal hekimi olacaktır. Hekim için de hastası, âdeta onun bütün dünyası, dostu ve yalnızca öğrenciliğinde değil, tüm yaşamı boyunca deneyim kazanacağı bir arkadaşıdır.
Bu bakımdan, böyle bir arkadaşlıkta hekimin en büyük amacının hastasına yardım etmek ve tüm yararlı olabileceği olanakları kullanarak bulunduğu dar ve kasvetli bir ortam olan hastalık alanından onu uzaklaştırmak olduğu unutulmamalıdır.