Akademik eğitimin başlangıcında ilk dersimde kürsüye çıktığımda, karşımdaki öğrenci sayısına bakmaksızın hep heyecanlanırım. 36 Yılını bu kürsülerde geçiren bir eğitimci olarak galiba ilk tavsiyem bu heyecanın yaşatılması olacaktır. Ancak, tavsiyenin (nasihat) tesir etmesi için, mutlaka öğrencinin de bunu hissetmesi gerekir. Yani bu öğüdün fiiliyatını, öğrencinin akademisyende görmesi dahası, hoca hakkında bilgi edinmek istediğinde bunu da yazılı metinlerde de bulması gerekir… Şöyle bir internette dolaştığında, dersini aldığı hocasının eserlerine (Mesleki uzmanlık alanlarına göre; en az bir kitabı, sayısız makaleleri, yurt içi /dışı toplantı tecrübeleri, lisansüstü mezun ettiği öğrenci sayısı hasılı kelam, dikili ağacını görmeli) rastlamalı ki saygı duyabilsin… İlk dersimde, ilk sorum, herhangi bir yerde/kişide bir problem olduğunda bu nasıl düzeltilmeli? sorusuna, yine cevabım; “ben düzelirsem, düzelir” olur. Kusuru /suçu başkasına atmak en kolay fakat çözümsüz bir öneridir…
Karşımızda bulduğumuz öğrenci profili, belki istemediği bir meslek seçimi yapmıştır. Çok kısa sürede yeteneğini yada karakterini tam anlayabilirseniz, yol yakınken dön diyebilecek ve bunda muvaffak olabilecek akademisyen çok azdır. Yada karşısındaki öğrencisine öyle bilgiler aktarmalı ki, “iyi ki gelmişim” dedirtecek dersini/mesleğini anlatan, anlatırken de yaşayan akademisyenler, ileride çok başarılara imza atacak öğrencilerin zirveye çıkışını ateşlemiş olurlar…
Kimler akademisyen olmalı? ki, ülkem, milletim adına hayırlı neticeler alınsın. Bakın size çook ilginç bir örnek vereyim. Üniversite talebelik yıllarımda, lisansüstü bir derste, bir arkadaşım hazırladığı bir konuyu sunarken, konuşmalarında “zira” kelimesi geçti diye, “Doçent hocamız”, öğrenciyi yerin dibine soktu. Bu mudur, akademisyenlik.!?.. Aynı hoca, sözlük yerine “lügat” kelimesini kullanırken, çağdaşlık adına sergilediği ironiyi de hiç unutmam.
Bilgi ve donanım, dışa taşar. Bununla birlikte hoşgörü kapısından geçerek, tahammül suyu ile nice kara topraklar yeşertilir, bunu da en evvel akademisyenler bilmeli. Evrensel değerler, her üniversite ve her hocanın ruhunda yeşermese de, akademisyenlerin, öğrencilere vereceği, zaman aşımına uğramayan değerlerdir.
Milli ruhun aşılanması, her ne kadar sadece kendi ülkesini düşünmesi anlamına gelirse de, diğer ülke/milletlerin varlığına olan saygıyı da özünde barındırır. Vatan sevgisinin, körpe dimağlarda ve öğrenciler de maya tutmasını sağlayan değerler ne ise o asla unutulmamalıdır/unutturulmamalıdır!. Bunu başaramayanların ruhunu, metalist duygular kaplar ve mankurtlaşarak, aklını şeytana teslim ederler. Yeri geldiğinde de elinde bir silah (kalem/tabanca) kendi öz vatanına ve milletine sıkarlar. Hiç bir ahlaki değeri kalmaz… Kurak gönüllerde de hiç bir yeşillik belirtisi olmadığı için, altındakilere de gölge olamazlar, meyve veremezler…!
Akademisyenin, eğitime olan sevgisini ve inancını da, içinde bulunduğu kurum diri tutar, tutmalı ki, canlı modelliği devam edebilsin… Hiç istemediğim ve hiç bir zaman örnek alıp, nasihat edemeyeceğim bir üniversite bakın şöyle olmamalı… “ İyi bir idareci adil olandır. Ancak, adaleti dağıtan mekanizmanın birden fazla terazisi varsa iş vahim demektir. Daha vahimi de, bu terazileri keyfine göre değiştiren ve odasında saklayan idarecilerdir. Gücünü iktidardan alıp, iktidar adına iş yaparlar (İktidar bilir ya da bilmez, ama bilmeli!). Bunların yardımcıları da hem çukur(“..alçağın bile seviyesi olur (NFK)..”) ve hem de karaktersizdir. Ne pahasına olursa olsun, yanlış yapanı uzaklaştıran yönetici anlayışı da olmaz ise, bundan aldıkları cesaretle; bu yardımcılar/danışmanlar, iş tehlikeye girdiğinde, parmakları bir üstü gösterir, kendilerini kurtarmada da oldukça mahirdirler. Bütün haksızlık ve zulümlerini yaparken emir alırlar ancak sonucuna asla katlanmazlar. Mutlaka günahlarını yıktıkları, bir günah keçisi bulurlar. “..Kafaları küçüktür, insanlarla uğraşırlar..” . Milletin hakkını kendinde görür ve “Ben olmaz isem bu millet neye yarar, sürü gibi nereye gideceğini bilemeyen zavallılardır” diyen jakoben/hasta ruh halleri vardır. Bu tür idarecilerin olduğu yer, cadı kazanı gibidir..! Gerçekten böyle kurumlar ve idareciler var mı? Elindeki iradeyi ve yetkiyi yandaşlarına peşkeş çekiyor. Beğenmediklerini, ortama ne uygunsa o isim, ve unvan ile ‘şucu’ ya da ‘bucu’ yaparak öteliyor.. Hak arayanlara destek verilmeli ki, zulüm katmerleşmeden yok olsun. Ne garip bir iştir ki şirazesi bozulmuş, terazisi kayık böyle kurumlarda; haksızlığı seslendirenler, ahlaksızlığı açığa çıkaranlar suçlu oluveriyor. Bunları düzeltmek için uğraşacaklarına; bunları nereden öğrendin? Kim söyledi? şeklinde çapraz sorgulamayla, güçleri yettikçe taciz dozu arttırılıyor. Böyle üniversitelerde öğüt verecek akademisyen bulamadığımız gibi, ülkeyi kaosa sürükleyecek hallere çook şahit oluruz. Ümidimiz ve duamız o ki, yukarıda kötü özelliklerini saydığımız belki bir vakitler var olan, ancak ebeden tarihin çöplüklerine atılan idareci/üniversiteler yok olsun ki, geleceğimizin teminatı gençlere öğütleri, hep gerçek aydınlar versin.