Günceli kovalamaktan, güncel çıkarlar peşinde koşmaktan ve güncel aldatmacalarla oyalanmaktan geçmişi ve geleceği düşünemez hale gelip, önem vermeyi, değer vermeyi unutuyoruz. Doğrudan insanın yaşaması, sağlıklı yaşaması ile ilgili sağlıkla uğraşanlar da buna dâhil. İnsana ve temel değerlerine önem vermeyi unuttuk. Halbuki bir insan ne kadar çok değerlidir… Bir insanın oluşumu için en az 50-150 milyon sağlıklı sperm ve bir yumurta gerekli. Spermler fırlar yumurta zarını delerek içeri girmeye çalışır ve biri bunu başarır. Aynı anda salgılanan bir asitle geri kalan milyonlarca insan adayı ölür. Her boşalmada bir insan oluşmadığına göre kaç milyar canlı adayı yaşama şansı bulamıyor ve yaşayan bir insan kaç milyar canlı adayının yaşayan bir temsilcisi. Tüp bebek çağında da seçilen sperm kaç milyar canlı adayının arasından tesadüfen seçilip yaşayan bir insan. İnsan kendisiyle zaman zaman barışık olmasa, birey olarak kendine önem vermese bile temsilcisi olduğu ve belki de pek çoğu mükemmel birer insan olabilecekken telef olan bu insan adayları için kendine önem vermeli, aklını, vücudunu ve eylemlerini en iyi şekilde geliştirip kullanmalı.
Giderek, kontrolsüz bir şekilde artan öğrenci sayılarıyla, neredeyse her ilde açılan, altyapısı yetersiz ve yeterli olması olanaksız bir ya da birkaç tıp fakültesiyle, niteliği giderek düşen ve -reel, ekonomik, idari, bilimsel, siyasal şartlar nedeniyle- düşmek zorunda olan öğretim üyeleriyle, yetersiz fiziki mekân, labaratuvarlar, uygulama merkezleri, cihaz ve gereçleriyle, denetimsizliğiyle, kurumları tam denetimine almaya çalışan siyasal etkilerle tıp eğitimine ne kadar önem veriliyor? Tıp fakültelerinin temel görevlerinden olan “mezuniyet öncesi tıp eğitimi” iyi ve yeterli verilmezse seri katiller yetiştirileceği, yetersiz ve niteliksiz “mezuniyet sonrasi tıp eğitimi” ile uzman seri katiller yetiştirileceği gerçeğine ne kadar değer veriliyor?
Günümüzde sağlik hizmetlerinde başlıca sorunlar olan; örgütlenme ile ilgili, insan gücü ile ilgili, sağlığın finansmanı ile ilgili, fiziki altyapı ile ilgili, yönetim ve işletme ile ilgili, kalite ile ilgili, çevre ve iş sağlığı ile ilgili, halkın sağlığa katılımı ile ilgili sorunlara ne kadar önem veriyoruz? Hastayı müşteri ve yolunacak kaz durumuna düşürdüğü görülen ve üniversite hastanelerini de bu sorunlarla dolu batağa çekecek performans uygulamalarıyla, siyasi ve kara para etkilerine sonuna kadar açık, sorunlu, kontrolsüz büyüyen, kurunun yanında yaşın da yandığı özel sağlık sektörüyle, tanı, denetim, fatura, ödeme sorunlarıyla, bir kısmı batmış ve özel yasa ile kurtarılmış, bir kısmı da batmakta olan ve sadece kâr-zarar hesaplarıyla boğuşmak zorunda olan ve değerli, yetişmiş elemanlarını hızla yitiren kamu sağlık hizmeti ve sağlık eğitimi kurumlarıyla, tıp fakülteleriyle sağlık hizmetine ne kadar önem veriyoruz? Sağlık hizmeti sunumunun ticarete dönüşmesine ne kadar önem veriyoruz? Liyakata, yeterliliğe, kaliteye, gerçek tanı, gerçek ve tam tedaviye, korumaya, bilgiye, araştırmaya ne kadar değer veriyoruz?
Ülke kaynaklarının sağlık alanında verimli ve gerekli bir şekilde kullanımına ne kadar önem veriyoruz? YÖK Başkanı Özcan 15 Ekim 2010 Harran Üniversitesindeki konuşmasında. “İlacımız yok, dışarıdan alıyoruz. Aşımız yok, dışarıdan alıyoruz. Tıbbi cihazımız yok dışarıdan alıyoruz, ama bu hizmetlerde dışarıya bağımlıyız ve bu beni korkutuyor, üzüyor. Özellikle kanser hastalığının tedavisinde kullanılan ilaçlar için dışarıya 400 milyon avro ödüyoruz” demistir.
Yumurtalara ve özellikle protesto için atılan yumurtalara önem vermek lazım. Yumurtaların önemini yeterince kavrayamayanlara cok hassas ve kırıcı-yıkıcı dönemler yaşayan ve ağır bedeller ödemiş olan, ülkelerin hafızaları ve kaynayan kazanları üniversiteler anlatmalı, hatırlatmalı. Üniversite sayısının çok az, öğrencilerinin çok değerli ve seçilmiş (!) (yüksek puan almış, iyi yetişmiş), okuyanların saygı gördüğü, mezunların iş garantisi olduğu dönemlerde bile ülke gençleri farklı kamplarda, gruplaşmalar içinde çatışıyorlardı ve çok sayıda insan hayatını kaybetti, büyük kayıplara uğranıldı. Tabii bunda dünya kutuplarının ve uluslararası güçlerin de büyük etkisi vardı. Gençler karşıtlar bularak çatıştılar ve daha çok oyunun asıl oyuncusu yerine piyonu oldular. Güzel düşünceler bile şiddetin içinde eridi, kayboldu. Günümüzde iki buçuk kutuplu dünyanın ve soğuk savaşın göreceli olarak ortadan kalkması, uluslararası etkilerin şekil ve yön değiştirmesi, 12 Eylül’ün kuşaklar arasındaki iletişimi ve devamlılığı koparması gençliği karşıtsız ve şaşkın bıraktı. Zaman zaman maçlarda ve etnik sorunlarda şiddet gündeme geldi. İnsani ve toplumsal temel sorunlarını çözememiş, sistemini oluşturamamış bir ülke olmayı göz önüne alarak gençliği patlamaya hazır bir bomba olarak düşünmek yanlış olmaz. İşsizlik, yarın güvencesinin olmaması, yoksulluk, önemsenmeme, kalitesizlik, güzel sanatlara, sosyal ilişkilere, üretimden ve yaratıcılıktan uzaklaşma, hobilere ilgisizlik, eğitimsizlik, şiddete eğilim tehlikeli ateşleyiciler olarak hazırda durmakta ve artık sürecin piyonu yerine asıl oyuncuları ve/veya kurbanları olan üniversite gençliğini patlatmak üzere beklemektedir. Bir an önce sorunlara bilimsel ve akılcı olarak yaklaşıp çözüm bulunmazsa, insanlarımıza ve özellikle gençlerimize önem ve değer verilmezse -yumurtaların da gösterdiği gibi öğrenciler artık rahatlıkla karşıt ve hedef de buluyorlar- çok geç olacağı ve yine çok şey kaybedileceği görülmektedir. Özellikle en önemli toplumsal konu ve sorun olan sağlık alanında.
Saygılarımla