Kararsızdım, iki arada bir derede kalmıştım.
Uzmanlık eğitimim bitmişti bitmesine ama sonrası belirsizdi. Mecburi hizmet kurasında ihtisas yaptığım yer değil de İstanbul Heybeliada Sanatoryumu çıkınca bayağı canım sıkılmıştı. Zira hem bir Angara’lı olarak meşhur İstanbul korkusu, hem de birtakım hususi endişelerim vardı. İlaveten Batı’da bir üniversiteye başvuru girişimim de sonuçsuz kalmıştı. Bu ruh hali ile daha evvel bana teklif edilen fakat sıcak bakmadığım Van’da yeni kurulmakta olan tıp fakültesini yerinde görmek ve son kararı vermek için Dekan Hoca’yı aradım, sonrasında uçağa atlayıp gittim. Gezdim, gördüm, konuştum ve kararımı verdim.
Böylece o yıllarda hiç aklımda olmayan, hatta benim gibiler için hayal olan üniversitede (ki TUS’dan önce asistanlık bile hayaldi) öğretim üyesi olmak mümkün oldu. Mecburi hizmet yeri olarak devlet memurlarının bile birkaç yıl kaldığı yerde tam on bir yıl kaldım. Ve işin ilginci nasipte Dekan Hoca ve bir grup arkadaşla Van’dan aynı tarihte ayrılmak ve yine İstanbul’a ama bu sefer Heybeliada’nın kapatılıp dahil olduğu Süreyyapaşa Sanatoryumu’nda cerrahi ekibinin yarısının başına klinik şefi olmak varmış. Kaderin garip cilvesi bu olsa gerek.
Akademik Akıl sitesinde ‘tıp fakültesi” konulu, sonuncusu ilkinin yeniden ‘gözden geçirilmiş ve yorumlanmış yeni hâliyle’ olmak üzere toplam sekiz yazı yazdım. Hepsi ilgi çekmekle birlikte özellikle sonuncu yazım çok büyük bir ilgiye mazhar oldu ve iki yıl içinde 33 500’ü geçip sitenin en çok okunan yazılarından biri oldu. (1) Bu son yazıdan sonra yeni bir tıp fakültesi açılmadı, belki çok iddialı olacak ama zannı galibim o ki bu yazının bu konuda etkili olduğu düşüncesindeyim.
Bu teveccüh ve başarıda, demin de belirttiğim gibi yeni bir uzman olarak Van’da yeni kurulmakta olan tıp fakültesine başlamamın çok önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Evet bu ülkede ikinci ama Cumhuriyet döneminin ilk tıp fakültesinde öğrenim görmemin bir önemi var ama bir zamanlar yardımcı doçent (şimdilerde doktor öğretim üyesi) olarak fakültenin kuruluş aşamasında işin içinde olmak ve yapıp edilenlere ilk elden tanıklık etmek bana çok ama çok şey kazandırdı.
Fakültenin kurucu Dekanı Dursun Odabaş Hocamızı İstanbul’da on sekiz yıldır halen görev yaptığım hastaneye yıllık akademik program kapsamında çağırmıştım. O da toplantıda “Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Kuruluş Hikâyesi”ni ilk ağızdan anlatmıştı. (2) Gerçekten ‘zor yıllar’dı. Hocaya ithafen yazdığım şiirimsi yazıda da belirttiğim gibi “Şu yoktu, bu yoktu ama / … / hayalleri, umutları vardı / … / Kolları, paçaları sıvayıp hep birlikte verip el ele / Şikâyet etmeden ondan bundan / Tek katlı barakavari bir yapıdan / Çıkardılar ortaya tez zamanda devasa bir eser…” (3)
Bu “devasa eser” dediğim kesinlikle binalar filan değildir. Evet fakültenin idari binası, morfoloji, hastane filan bin bir zorluk, yokluk içinde emek ve özveri ile yapıldı. Fakat asıl eser bunlar değil, zira o binaların hepsi son Van depreminde hasar aldı, yıkıldı, tümüyle ortadan kaldırıldı ve yerinde şu an şehir parkı mevcut.
Asıl büyük eser, başarı, hikâye inanmış ve fedakâr bir adamın sesine ses veren, çağrısına icabet eden memleketin dört bir yanından her yaşta, her ‘ahval ve şerait”te olan hekimlerin Van’da buluşup büyük bir enerji, sinerji, motivasyon oluşturmalarıdır ki, asıl anılmaya ve yazılmaya değer husus tam da burasıdır. Bu insanlar hem idari hem de akademik alanda bütün zorlukları ve engelleri aşıp ortaya bir şeyler koydular, ispatladılar. ‘Evim sensin’ misali ‘Van Tıp Fakültesi’ aslında “Bu ekipti, bu insanlardı”. Tek bir örnek vermek gerekirse Dekan Hoca, fakülte daha yeni kurulmuşken, Milli Pediyatri Kongrelerinden birini Van’da düzenlemiş, Van Tiyatro binası kongre binası olmuş, hatta kongre katılımcıları için askeri panzerler eşliğinde üniversitenin otobüsleri ile Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesine gezi bile düzenlenmişti. Kongreye davet üzerine merhum Prof. Dr. İhsan Doğramacı da teşrif etmiş, hocayı tebrik ve onore etmişti.
Fakülteye başlayanların birkaç istisna hariç hepsi yardımcı doçent idi. Hatta Dekan Hoca bile doçentti, bilahare profesör oldu. O zor şartlarda herkes harıl harıl doçentlik dil sınavına hazırlanıyor; çalışma ve yayınlar yapıyor; yan dal eğitimi almak için başka üniversitelere, bilgi ve tecrübe arttırmak için yurtiçi ve yurtdışındaki merkezlere gidiyor; yurtiçi ve dışı toplantılara, kurslara, kongrelere katılmaya çalışıyordu. İlk doçentler birkaç yıl sonra cübbelerini giydiler, bir ara fakülte yayın sıralamasında üst sıralara bile yükseldi, kendinden önce kurulmuş birçoğunu geride bıraktı. Rüştünü ispat ve fark yaratma anlamında az çok herkes kendi üzerine düşeni yaptı. Dekan Hoca’nın misyonu, vizyonu, dürüstlüğü, özverisi, çalışkanlığı ve toparlayıcılığı herkesten daha üst seviyede idi. O yüzden şu anki Üniversite Hastanesi’ne verilen isim çok yakıştı, şık oldu.
Van Tıp’tan ayrıldıktan yıllar sonra Van Tıp’ta görev yapmakta olan genç bir meslektaşımız “Van’dan Gelip Geçenler” adıyla bir kitap hazırlamayı düşündüklerini belirtip Van Tıp’ın kuruluş sürecinde rol alan öğretim üyelerine onar soruluk bir yazılı mülakat yapmıştı. O sorulardan birine verdiğim cevapta demiştim ki; “…Fakat şu acı gerçeği de itiraf etmek lazım ki, ülkenin uzak bir köşesinde bir avuç insan bütün olumsuzluklara, yokluklara, sıkıntılara sabredip göğüs germeye ve bir şeyler yapmaya çalışırken, ülkedeki koşullar her geçen gün gittikçe zorlaşıyor, ağırlaşıyordu. Bölge zaten yıllardır çatışma ortamında bin bir türlü zorluk ve sıkıntılarla boğuşurken, 28 Şubat darbesine doğru adım adım giden süreç, aynı zamanda Van Tıp’taki sorunların üstüne tuz biber ekti, canına okudu, çalışma ortamındaki barış ve huzur ortamını mahvetti, adeta nefes alamayacak hale getirdi.” (4)
İşte bu boğucu, yasakçı ve baskıcı ortamda Dursun Hoca ve bir grup öğretim üyesi, toplumun büyük kısmına reva görülen muameleyi telin için halkın protesto gösterilerine destek verince YÖK tarafından üniversiteden jet hızıyla ihraç edildiler, hatta akla ziyan bir şekilde Hoca’nın profesörlük ünvanı bile iptal edildi. Dursun Hocamızın Van’dan ayrılırken düzenlenen toplantıda yaptığı konuşma oldukça duygusal ve düşün-dürtücü idi. (5) Van Gölü’nde yaşayan inci kefallerinin üreme döneminde yumurtalarını bırakmak için göle dökülen Erciş yolu üzerindeki tatlı akarsuyun akış yönünün tersine yüzüp karşılarına çıkan engelleri aşmak için olağanüstü bir çaba göstermeleri gibi bizler de karşımıza çıkan engelleri aşmak için onca zorluğa katlanmış, suyun tersine yüzmeye çalışmıştık. Van gölünde yaşayabilen tek balık türü olan inci kefaliyle meğer ortak bir yönümüz varmış.
Burada antrparantez bir not düşmek istiyorum. O yıllardaki YÖK ve Üniversiteler devlete hâkim olan yapının ve zihniyetin birer temsilcisi, uygulayıcısı konumundaydılar. Hoş, diyeceksiniz ki bu her zaman böyle olmuştur, haksızsınız da diyemem. 28 Şubat Post Modern Darbesi’nin etkileri Doğu’ya özel şartlar gereği biraz geç geldi ama geldi, baskı her geçen gün arttıkça arttı. Kuruluş yıllarındaki heyecan ve canlılık, yerini kaygı ve endişeye bıraktı. Üniversitelerde eğitim kalitesi ve akademik başarıdan ziyade ideolojik eşgüdüm ve emre itaat öncelendi, önem kazandı. Dekan Hoca’nın görevden alınması sonrası fakültedeki durum daha da ağırlaştı. Fakülte içinde mevcut sistemle aynı paralelde düşünen akademik kadro bunu kendileri için fırsat bildi, ellerinden geleni artlarına koymadılar, darbenin üniversite ve fakültede gönüllü uygulayıcıları oldular. Bu sürecin tek olumlu yönü darbenin hedef aldığı kesimlerin aralarındaki fikir ve hedef ayrılıklarını bir yana bırakıp birbirleri ile uğraşmayıp enerjilerini tüketmemeleri oldu. Bu süreçte gerek fakültedeki çalışma ortamında ve gerekse de doçentlik imtihanlarında yaşananları iki yazımda ele almaya çalışmıştım. (6, 7)
Doğu’da gerek güvenlik ve gerekse de darbe nedeniyle hayat ve fakültedeki çalışma koşulları günden güne ağırlaşırken fırsatını bulanlar yavaş yavaş ayrılmaya başladılar. Bu arada ülkedeki siyasi atmosfer değişmiş, yeni bir siyasi oluşum sahnedeki yerini almaya ve ayağını her geçen gün sağlam basmaya başlamıştı. Darbenin gerçekleşmesinde görev üstlenmiş YÖK ve Üniversite Rektörleri, sanki dünyada, ülkede, toplumda ve siyasette bir şeylerin değiştiğini fark etmemişler gibi (aslında işlerine de öyle geliyordu ve yapabilecekleri pek bir şey de yoktu) aslanlar gibi kükreyip siyasi iktidarla mücadele edip polemiğe giriyorlar, rejimin kaleleri olarak gördükleri üniversiteleri cumhuriyet dönemi boyunca ‘gerici, mürteci, çağ dışı’ olarak niteledikleri sesleri kısılmış sessiz çoğunluğa kaptırmak istemiyorlardı. O dönemde şuna şahidim ki bunlarla aynı paralelde zihniyete sahip öğretim üyelerinden birkaçı hariç hepsi bu baskıya, yasaklara destek verdiler, katkı yaptılar. Bu nedenle her darbe döneminde olduğu gibi 28 Şubat Darbesi’nde de kimliğine bakılmaksızın “zalime karşı mazlumun yanında” tavır almak varken ya da en azından sessiz, tarafsız kalmak bir yana her türlü desteği sunan bu kesimin bugün demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden bahsetmesini sahici ve samimi bulmadığımı belirtmek isterim. Onlar bu süreç hep böyle devam edecek sandılar, “mazlumun ahı, indirir şahı” ve “alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” özdeyişlerini unutuverdiler. Bununla birlikte geçen zaman içinde nedamet duyup muhasebe ve özeleştiri yapıp kendilerine çeki düzen veren varsa onları da kutlarım.
Üniversitelerdeki sorunlar devam ederken, fakülteden bir meslektaşımız bu konuda araştırma, çalışma ve hazırlıklar yapmak üzere Millî Eğitim Bakanlığı (MEB)’nda müsteşar yardımcısı oldu. Ankara’ya yolum düştüğünde sohbet esnasında belirli bir noktaya geldiklerini, taslak hazırladıklarını söyleyince espri ile karışık askerin bu konuya nasıl baktığını, taslağı onlara sunup sunmadıklarını da sormuştum. O taslak öyle kaldı, ama meslektaşımız bütün o süreci bilgi, belge ve anılarıyla kitaplaştırdı. (8) Meselenin MEB boyutunu da kendisi ile Van’dan tanıştığımız ve uzun yıllar bakanlık yapan Prof. Dr. Hüseyin Çelik’in o yılları anlattığı kitabındaki anı ve görüşlerinden okudum. (9)
Herkesin malumudur ki, zamanla siyasi iktidar özellikle Cumhurbaşkanını da belirledikten sonra YÖK tasarısını ve bu konudaki çalışmaları rafa kaldırdı. Üniversitelere ağırlığını koymuş iken ve özellikle 15 Temmuz sonrası OHAL döneminde daha önce iyi kötü Üniversite öğretim üyelerinin ve YÖK’ün müdahil olduğu seçim de/dahi kalmadı, rektör seçimi ve atanması sadece Cumhurbaşkanı’na tevcih edildi, onun tensip ve takdirlerine bırakıldı. Artık ne üniversite özerkliği ne YÖK’den kaynaklanan sorunlar ne siyaset ve akademi ilişkisi ne yüksek öğretimde kalite ne üniversitelere öğretim üyesi alma kriterleri ne de akademik ünvan ve kadro yükselmesi gibi üniversitelere dair hiçbir mesele kalmadı. Mevta olmuş bir siyasi figürün veciz sözündeki gibi “meseleleri mesele etmezseniz ortada bir mesele kalmaz”. Her ile en az bir Üniversite açıldı, sayıca arttı, Üniversiteler birçok açıdan gelişti doğrudur amma velakin aynı zamanda akademik kurallar, teamüller, hiyerarşi büyük ölçüde ortadan kalktığı gibi doçentlik, profesörlük ünvanlarının eski ağırlığı kalmadı, içerik ve kalite yönünden problemler arttı. Üniversite konusunu bir anekdot ile kapatıp Van Tıp konusuna döneyim. YÖK taslağını hazırlayan hocamıza yıllar sonra “Abi, YÖK hâlâ kırmızı çizgi mi?” diye sorduğumda şu düşün-dürtücü cevabı vermişti. “Hayır artık yeşil çizgi”.
Doksanlı yıllarda Van Tıp’a geldiğinde yardım doçent olan meslektaşlarımızın az bir kısmı hariç hepsi doçent ve bilahare profesör oldu. Bugün ülkedeki birçok devlet ve özel üniversitelerde görev yaptıkları gibi, büyük bir kısmı da emekli olduktan sonra (önce de) özel hastanelerde çalışmaktadır. Van Tıp’tan gelip geçen birçok meslektaşımız ülkemizdeki sağlık politikalarının belirlenmesinde ve sağlık kurumlarının idaresinde çok önemli roller almıştır. Üniversitelerde rektör, rektör yardımcısı, dekan, dekan yardımcısı görevi üstlenenler olduğu gibi başhekim, başhekim yardımcısı, genel sekreter, sağlık müdürü oldukları gibi Sağlık Bakanlığı’nda müsteşar, müsteşar yardımcısı, temel & tedavi hizmetleri genel müdürü, milletvekili ve hatta bakan yardımcısı olanlar bile vardır. Uzun yıllar bakanlıkta müsteşar yardımcılığı ve özel bir üniversitede rektörlük yapan bir arkadaşımız halihazırda bakan yardımcılığı görevini yürütmektedir. Bu meslektaşımız Van Tıp dönemi (başhekim ve dekan yardımcılığı) dahil, rektör ve bürokrat olarak anı, deneyim ve görüşlerini bir kitap serisinde yayınlamaya devam etmektedir. (10)
Aslında Van Tıp’da bir zamanlar çeşitli zorluk ve sıkıntılar çekenler, uğraşıp didinenler ilerleyen zaman içinde bunun karşılığını kat be kat aldılar, aldık, birçoğu/muz için hayal olan şeyler gerçek oluverdi. Kendimden örnek verirsem, zamanında doçentlikten ümidimi kestiğim bir anda ihtisas yaptığım hastanede tesadüfen açılan şef muavinliği kadrosuna başvurduğumda dosya aşamasında kasıtlı olarak bırakılmışken, ilerleyen zaman içinde bir başka sanatoryum hastanesi şeflik kadrosuna doğrudan atanabildim. Hatta o hastanede hasbelkader (acilen uygun aday bulunamadığından olabilir) iki yıl kadar da başhekimlik yaptım. Sonunda istifa edip hastane sosyal medyasına bir mektup bırakıp çekildim izzet ü ikbâl ile bab-ı idarecilikten. (11) Zaman içinde gelişmeler beni haklı çıkardı ama ne çare ki ne kimse takdir etti ne de kimsenin umurunda oldu. Bütün bu süreçte yaşadıklarım, çektiklerim de yanıma kâr kaldı, deneyim oldu. Malumdur ki; “İş, işin içinde öğrenilir”. Tam yeri gelmişken, konuyla ilintili bir anımı da paylaşayım. 2021 yılı başlarında, internette haberleri okurken Yalova Üniversitesi’nde Tıp Fakültesi açılacağını öğrendiğimde, nerden aklıma geldi, hangi akla hizmet ve nasıl bir cesaret bulmuşsam, bir kanaldan Üniversite Rektörüne ulaştım ve randevu aldım. Kendimden ve çalışmalarımdan başka hiçbir referansım, destek olup arka çıkan bir topluluğum, partide üyelik ve kaydım, cebimde de “hamili kart yakınımdır” yazan bir kartvizitim de yoktu. Rektör Bey nezaketle dinledi, sorular sordu, cevaplamaya çalıştım. Bir ara dedi ki; “Dekanlık tecrübeniz var mı?” “Hayır, yok” dedim. “Ama biz tecrübesi olan birini arıyoruz” dedi. Anladım ki görüşme bitmiş, konu kapanmıştı. Rektörün yanından ayrıldıktan sonra sekreteri aradı ve başvuru dosyasını e-mail adresine göndermemi söyledi. Ve tahmin edersiniz ki olmadı, aslına bakarsanız olmaması değil olması şaşırtıcı olurdu. Her neyse doçentlik sınavından on dört yıl sonra da olsa kıdemli doçentlikten kurtulup profesör kadrosuna geçebildim. Kadrosunda olduğum Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin ara sıra bazı isimleri çağırıp düzenlediği “Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Söyleşileri”ne ilk zamanlar birkaç kere katılmıştım. Eski Sağlık Bakanlarından biri söyleşi sonunda “Dinleyiciler arasında Van Tıp’ta görev yapmış biri var mı?” deyince parmak kaldırdım, ama arka sıralarda olduğumdan fark edilmedi, ama en önde protokol sırasında ve o sıralar rektör olan biri de parmak kaldırdı. Bu kişi yakın zamanda Van Tıp’ta profesörlük kadrosu verilmiş, İstanbul’da bir hastanede çalışıp ara sıra Van’ a gidip gelen biri idi. Kağıt üzerinde ve formel olarak güya ikimiz de Van Tıplı idik ama bu benim açımdan anlamı olmayan bir şeydi. Kaldı ki o yıllarda buna benzer vakalar yaşanmış ve bu durum kamuoyunda “uçan profesörler” kavramını gündeme getirmişti. Hangi haklı ve mücbir gerekçe ile de olsa bu durum etik ve hoş değildi, değildir. Zaten hazırladığım “Bir Zamanlar Van Tıp Fakültesi” dokümanter çalışmada bu kişilere yer vermedim, fakülteye emek ve katkı vermedikleri için onları Van Tıplı olarak değerlendir-e-medim.
Özellikle son on yılda yaşanan türlü gelişmeler, zaman içinde Van Tıplı bazı meslektaşlarımla (hatta Dursun Hoca ile bile) yaşadığım hadiseler ve bilhassa 2016 yılı ve sonrasında yaşanan birçok şey zaman içinde Van Tıp ve Van Tıplı’lar konusunda kafamdaki soru işaretlerini arttırdı. Birçok konu, olay ve kişi ile ilgili kanaatim değişti. Halbuki o zamana kadar birçok şeyin farkında olmama rağmen iyi niyetimi her şeye rağmen korumuştum. Fakat aradan geçen yıllar Van Tıp yıllarındaki iyimserliğimin çok da doğru olmadığının, gerçeklerle örtüşmediğinin farkına varmama yol açtı. 28 Şubat Post Modern Darbe Süreci’nin yaşandığı yıllarda o baskı ortamı türlü türlü niyet ve hedefleri olanların onca ayrılığa rağmen bir arada durmasını, sabredip direnmesini sağlamışken, aradan geçen yıllar içinde bu ayrılıklar iyice su yüzüne çıktı, keskinleşti, hatta bir iktidar ve paylaşım kavgasına evrildi. Meğer kişi ve topluluk (cemaat, tarikat ve diğer) olarak birçok kimsenin, çevrenin kendi ajandası, amaçları varmış. Herkes sanki birbiriyle hesap görmek için fırsat kolluyormuş. Van Tıp’ın kuruluş yıllarındaki o enerji, sinerji, ruh herkese birçok şey kazandırmışken, aradan geçen yıllarda yaşananlar, olup bitenler herkese, hatta kazançlı çıktığını zannedenlere bile (Pirus zaferi hatırlansın) çok ama çok şey kaybettirdi, hatta o ruhu öldürdü. Birçoğumuz maalesef bu sınavı veremedik, sapır sapır döküldük, hayal kırıklığı yaşadık-yaşattık. Söylenecek yazılacak çok şey var ama anlayana bu kadar yeter. Kendimi ve herkesi geçmişin ve geldiğimiz yerin muhasebesini yapmaya ve özeleştiriye davet ediyorum. Şahsen iki ayrı makalemde ve Aralık 2021’de yayınlanan kitabım “Benim Yolum”da ‘Van Tıp Yılları’ bölümündeki hatıralarımda bu ve benzeri bazı hususlara az buçuk değinmeye çalıştım. (12, 13, 14) Akabinde iki yazıyla da sürdürdüm. (15, 16) Aslına bakılırsa ve doğrusunu söylemek gerekirse, “Van Tıp Hikâyesi” bir açıdan bir tıp fakültesi özelinde “Türkiye Hikâyesi”dir. Ülkede siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel ne olup bitiyorsa Van Tıp ve Van Tıplı’lar da bundan nasibini almıştır, etkilemiş ve etkilenmişlerdir.
Van Tıp Yıllarını belgelemek, Van’a ve Van Tıp’a vefa borcumu ödemek, Van Tıplı herkesle paylaşmak ve bir kısmını da kamuoyu ile paylaşmak için 2012’de fikir olarak başlayıp 2016’da gerçekleşen arşiv çalışması sonuçlanmıştı. Bu yıl çalışmayı yeni gelişmeler ve veriler doğrultusunda son kez güncelleyip “Van Tıp Dosyası”nı kapattım. Bir nevi Van Tıp Kitabı sayılabilecek ve 303 slayt(sayfa)dan oluşan “Bir Zamanlar Van Tıp Fakültesi 2023” çalışmasını erişebildiğim bütün Van Tıplı’lara ulaştırdım. “Kitabın Hazırlanış Öyküsü” ve dört farklı akademik kadronun tümünü gösteren posteri mesleki bloğuma koydum. (17) Ayrıca “Van Tıp Hikâyesi 2023” adlı dört buçuk dakikalık bir video hazırlayıp Youtube kanalıma yükledim. (18)
Acısı tatlısı, eksiği fazlası, doğrusu eğrisi, günahı sevabı ile “Van Tıp Hikâyesi” bitti. Mazide, ‘hatıralar’daki yerini aldı. Aradan geçen zaman zarfında aramızdan ayrılıp ahirete irtihal eden beş meslektaşımıza Allah’tan rahmet diliyor, hayırla yâd ediyorum. (19)
Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar Doğu’da, uzak bir diyarda, ta Van’da bir Tıp Fakültesi kurulmuş. Ve hâlâ da yoluna devam ediyor. (20)
Kaynaklar:
- https://www.akademikakil.com/turkiyedeki-tip-fakultelerinin-panoramasi-2021-verileri-isiginda-gozden-gecirilmis-ve-yorumlanmis-yeni-haliyle/irfanyalcinkaya/
- Van YYÜ Tıp Fakültesi’nin Kuruluş Hikâyesi (Zor Yıllar) – Prof. Dr. Dursun Odabaş / https://www.youtube.com/watch?v=ZwLsHpqIps4
- İçimizden Biri / https://www.akademikakil.com/icimizden-biri/irfanyalcinkaya/
- https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2021/05/bir-mulakat.html
- Prof. Dr. Dursun Odabaş’ın Van’a Veda Konuşması / https://www.youtube.com/watch?v=Z7vReYWcWfI&t=183s
- “Fişlenmişim, Adım-Eşkâlim Bilinmekte” / https://www.akademikakil.com/fislenmisim-adim-eskalim-bilinmekte/irfanyalcinkaya/
- Doçentlik Yolları Taşlı / https://www.akademikakil.com/docentlik-yollari-tasli/irfanyalcinkaya/
- Kırmızı Çizgi YÖK, Prof. Dr. Şaban Şimşek, Nobel Akademik Yayıncılık, 2006
- Milli Eğitim’de Üç Beş Nöbeti, Prof. Dr. Hüseyin Çelik, Eğitim Kültür ve Yardımlaşma Vakfı, 2022
- Akademi, Bürokrasi, Siyaset Sarmalında Sağlıkla Yaşamak (1.-4. Kitap), Prof. Dr. Sabahattin Aydın, Medipol Üniversitesi Yayınları, 2021-2023
- Başhekim, istifaya giden süreci kaleme aldı / https://www.memurlar.net/haber/391274/bashekim-istifaya-goturen-sureci-kaleme-aldi.html
- “İrfan Yalnız Gezer, Yoktur Şürekâsı” / https://www.akademikakil.com/irfan-yalniz-gezer-yoktur-surekasi/irfanyalcinkaya/
- Bir 14 Mart Yazısı: ‘Tababet San’atının Tarz-ı İcrası’nın Tadı Tuzu Kaldı mı? – Prof. Dr. İrfan Yalçınkaya / https://yenipencere.com/yazilar/bir-14-mart-yazisi-tababet-sanatinin-tarzi-icrasinin-tadi-tuzu-kaldi-mi-prof-dr-irfan-yalcinkaya/
- Benim Yolum / Tababet San’atının İcrası İle Geçen 33 Yıl / https://www.akademikakil.com/benim-yolum-tababet-sanatinin-icrasi-ile-gecen-33-yil/irfanyalcinkaya/
- Fikrimin İnce Gülü, Kalbimin Şen Bülbülü… / https://www.akademikakil.com/fikrimin-ince-gulu-kalbimin-sen-bulbulu/irfanyalcinkaya/
- Muhalif / https://www.akademikakil.com/muhalif/irfanyalcinkaya/
- https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/07/bir-zamanlar-van-tip-kitabi.html
- Van Tıp Hikâyesi 2023 / https://www.youtube.com/watch?v=UPZkMmkTBu0
- Bu Dünyadan Bir Dr. Ahmet Demirok Geçti / https://www.youtube.com/watch?v=Q7iKKqbdb04&t=158s
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi / https://www.yyu.edu.tr/Birimler/14
11 yorum
Tebrikler, kadirşinas arkadaşım İrfan
Su mecraında akar, İrfan kardeş, ye’se gerek yok. İnsan böyle işte. İdealize etmeden bakmak ve kabullenmek gerek diye düşünüyorum.
Herşey olacağına varır, eldeki malzeme bu kadar, sonuçta bu dünya bir imtihan dünyası demek istiyorsun herhalde Sabahattin hocam, Karacaoğlan ya da Pir Sultan Abdal’a atfedilen ve Son Mesaj (Ahid)’le de örtüşen bir söz vardır. “Cehennem yerinde ateş yoktur, herkes ateşini kendi götürür”. Zerre miktarı iyilik ve kötülüğün değerlendirileceği ahiretteki o “Büyük Mahkeme”de hesabını verebileceklere ne mutlu, onlara selam olsun
TEŞEKKÜRLER…İRFAN HOCA…DUYGULU ANLAR YAŞATTIĞINIZ…CÜMLE VAN TIP MESLEKTAŞLARA SELAM OLSUN….DÜNYASINI DEYİŞENLERE ALLAHTAN RAHMET!…Prof.Dr.Fahrettin gülmemmed…
Güzel bir yazı olmuş. Tebrikler.Van’da 97-2005 yılları arasında öğretmen ve üniversitede öğrenci olarak kaldım. Van güzel şehir ve herşeye rağmen sevdiğim bir şehirdi. Saygılarımla
Geçiş zaman olur ki, hayali cihan değer.
Selam ve saygılarımla.
Edebiyat fakültesinde teyzemin oğlu öğretim görevlisiydi.
Yard.doc.dr.M.Zeki Ekici.
Tebrik ediyorum hocam.
Gök kubbede hoş bir sada bırakmışsınız.
İrfan hocam Van ve akademik ilk yıllarınızı çok duygusal ve samimi bir ifade ile yazmışsınız. Ben de 2004 yılı Van’da asistanlığa başlamıştım. Dursun hoca ile tanışamadım. Fakat sizin gibi çok değerli hocalar ile tanıştım. Elinize sağlık. Kaleminize bereket
Mukabelen için teşekkürler Hanifi, Van Tıp’ın kuruluş hikayesi ve kuruluş zamanlarında görev alan kişileri dokümante etmem ve bu konu üzerinde çalışma yapmam, bir açıdan kendimiz için ise de aslında daha önemlisi şu anda Van Tıp’ta görev yapan siz ve bütün herkes içindir. Maziyi bilmez ve kurumun tarihçesini ıskalarsak, çok şey kaybeder, köklü ve zemini sağlam bir yapı oluşturamayız. Bu nedenle senden ve Van Tıp’ta halihazırda görev yapan herkesten ricam bu yazıyı okuyup herkesle paylaşmalarıdır. Selamlar
Bir Zamanlar Van Tıp Fakültesi (1992-2005) dosyasını artık kapattığımı bu makalemde belirttim. Bu nedenle bu konuda (Van Tıp) kayda değer gelişmeleri bu makale altında yorum kısmında paylaşmayı düşünüyorum. Yazının içinde Van Tıp Fakültesi’nde ben fakülteden ayrılmadan önce asistan olup sonradan doçentlik titrini almış bir ismin benimle de “Van’dan Gelip Geçenler” ismiyle mülakat yaptığını belirtmiştim. İşte o kişi uzun yıllar Kırşehir Ahi Evran ÜTF Dekanı idi (Prof. Dr. Mustafa Kasım Karahocagil). Bugünkü Remi Gazete’de Cumhurbaşkanı tarafından aynı üniversiteye rektör olarak atandığını öğrendim. Aradım, hayırlara vesile olsun dedim. Geçen yıl Kırşehir’de Tamamlayıcı Tıp ile ilgili bir kongreye katılmıştım, orada tanışıp görüşmüş idim. O tarihte mevcut rektörden sonra rektör atanacağını da tahmin etmiştim. Zira önceki rektörün ikinci dönemi idi. Aynı şekilde bir öngörüde bulunayım isterseniz. Bolu Abant İzzet Baysal ÜTF Dekanı da bir sonraki rektör adayıdır. Elbette doğrusunu Allah bilir.
“BENİM YOLUM – Tababet San’atının İcrası İle Geçen 35 Yıl” KİTABIMIN “GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ VE İLAVELİ 2. BASKI”SI ÇIKTI.
İKİNCİ BASKIYA ÖN SÖZ’Ü OKUMAK İÇİN;
https://profdrirfanyalcinkaya.blogspot.com/2023/09/benim-yolum-tababet-sanatnn-icras-ile.html