YOL, EHL-İ SÜNNET VE’L CEMAAT YOLUDUR.
YÖNTEM, ŞÛRÂ İLE İCMÂ YÖNTEMİDİR.
KİMLİK, ANCAK VE ANCAK MÜSLÜMAN KİMLİĞİDİR.
BU KİMLİĞİ ALLAH (CC) VERMİŞTİR.
KABİRE BU KİMLİK İLE KONULUR.
KIBLEYE (GÜNEYE) BU KİMLİK İLE GÖMÜLÜR.
DESENE YOL, “ORTA YOL” VE “ORTAK AKIL” YOLUDUR.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber hayatta iken yönetim hukuku alanında sorunlar yaşanmamıştır.
Ancak Peygamberin vefatından sonra ümmetin parçalanıp ayrılığa düşmeden insanlığa örnek olması hangi yöntemlerle sağlanacaktır?
Hz. Peygamber gibi günahtan korunmuş, günah ve suçu bulunmayan (masumiyet ve masuniyetten) biri de gelmeyeceğine göre bir şeyin iyi veya kötü olduğuna kim, nasıl karar verecektir?
Çok temel bir mesele olarak da; naslar nasıl doğru anlaşılacaktır?
Bunun için mesele; naslar nasıl doğru bir şekilde anlaşılıp hayata geçirilecek ve topluma ışık tutacaktır?
Kur’ân’da ; “(لِّتَكُونُواْ شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا ) “ …Peygamber sizlere şahit olduğu gibi sizler de insanlara şahit (örnek) olasanız… ” buyurulmaktadır.
Bu ayet inananlara “bir Müslüman kimliğinin“ verilmesinden de bahsediyor.
Keza naslar Müslümanlara doğrudan veya dolaylı olarak (أُمَّةً وَسَطًا جَعَلْنَاكُمْ )“ orta yolu” veya (وَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ ) “ ortak aklı ” önermiştir.
Bu bağlamda Müslümanlar arasında nasların yorumlanması, toplumsal kabul görmesi ve yürürlüğe konulmasında; ortak aklı esas alan ehl-i sünnet yöntemi olan şûrâ ile icmâ anlayışı tam bu noktada önemli bir ilkedir.
Âlimlerin yapmış olduğu içtihatlardan hangisi ortak akılla, şûrâ ile icmâ yöntemiyle yürürlük maddesi yapılırsa bu ümmet için bağlayıcı olmaktadır.
Sonuç olarak inançta ehl-i sünnet algısı, sosyal siyaset gereği, ya ehl-i hadis veya ehl-i reye paye çıkarmak için kullanılmış, ya da sünnetin dönemsel pratik uygulamasına yansıtılmış yahut da mezheplerin dönemindeki içtihatlarına uyumun gereğine hasredilmiştir.
Keza idare hukuku alanında ise pratikte bireysel veya seçkin Müslümanların kararlarını (biât veya ehlü’l hal ve’l akd) veya sosyal hukuk alanında seçkin âlimlerin teorik ve pratikteki bireysel ve ortak akıllarının kararlarının yürürlüğü (kıyas veya icmâ gibi) her daim tartışılmıştır.
Öte yandan Peygamberimiz (sav), “ Ümmetim dalalet üzere birleşmez.”
“Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir” buyurmuştur.
Tüm bu hadisler birlikte değerlendirildiğinde şûrâ, icmâ ve ehl-i sünnet anlayışı kavram kargaşasına sokulmuştur.
Keza Ehl-i sünnet ve’l cemaat anlayışı, icmâ ile takip edilen bir tür orta yol olsa gerektir.
Bu orta yol, mevcut toplumlara örneklik teşkil edecek, doğruyu ve hakikati yakalamada daha sağlıklı olan ehl-i sünnet / hidayet yolu olan orta yolun pratik göstergesinden başka bir şey değildir.
Bunun için Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu düşünce üretiminden elde edilen görüşleri ve içtihatları analiz ederek, toplumun kültürüne en uygun olanına, şûrâ ile icmâ prensibine göre ortak akılla bir sentez kararı vermeli, verdiği karar bağlayıcı olmalıdır.
Ehl-i sünnet ve’l cemaat felsefesinin pratik göstergesi tefrikayı değil, tevhidî esasın hukuki birliğini, ümmetin şehadeti olan ortak akıl, orta yolu ve örnekliğini ifade etmektedir.
Toplumsal değerlerin korunması ve geliştirilmesinde, tarihten günümüze hiç kuşkusuz ortak aklın ve genel kabullerin benimsenmesi daha isabetli bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Saygılarımla.