Darwin’in Gallapagos adalarına kadar süren ünlü gezisi, dönüşünde yıllarca süren araştırma ve tartışmalarla hazırladığı türlerin kökeni adlı kitabı 1859 yılında 22 Kasımda basılıp kitapçılarda raflara yerleştirildiğinde dünyada bu günden çok faklıydı, bu kitapla meydana gelecek büyük değişimden de herkes habersizdi. Dünyaya İngiltere’den başlayarak yayılan Darwinizm aynı yıllarda Fransa’da başlayan III. Cumhuriyetin değişim rüzgarlarının, Almanya’nın materyalizm dalgalarının arasına karışıp tüm dünyayı tahmin edilenden çok fazla etkiledi, değiştirdi ve 21. Yüzyıla taşıdı.
Önce Darwin bu büyük dalgalardan etkilendi, dini inancı, dindarlığı sorgulandı ve kilise tarafından aforoz edildi. Tıpkı Kopernik ve Galileo gibi, büyük bir kilise baskısı gördü ve sonunda kiliseden kovuldu. Kendisi bundan fazla etkilenmedi ama eşinin isteği üzerine öldüğünde Londra’da Westminster Abbey Kilisesine gömüldü (halen mezarı buradadır). Kilise bu kararı boşuna almamış aynı yıllarda yükselen sekülarizm, modernite ve materyalizm gibi kilise karşıtı dalgalara dur diyebilmek için bu adımı atmıştı. Fakat geçen yıllar Bu tartışmaları Darwin’in kazandığını gösterdi ve 2008 yılında Anglikan kilisesi Darwin’i yanlış anladığını kabul ederek özür diledi. Katolik kilisesi de dünyanın evrenin merkezinde olmadığını ve dünyanın güneş etrafında döndüğünü 1820 de kabul etmişti ve 2008 yılında da Galileo ile ilgili mahkumiyet kararını tanımadığını söyleyerek, Galileo’ya teşekkür borçları olduğunu söyledi, yani O’nu affetti. 2009 dünyada Galileo yılı (teleskopun icadı nedeniyle) ilan edilerek kutlandı. Artık bir zamanların kötü ve Hristiyan olmaması gereken insanları Galileo bilimin öncüsü Darwin ise evrimin babası olmuştu.
17 ve 18. yüzyılda bilimsel ve coğrafi keşiflerle, felsefe ve düşünce hayatında bir yanda, La Mettrie, Denis Diderot, Holbach etkisiyle bir yandan da Maltus, Lamarck, Spencer, Ludwig Buchner’in çalışmaları ile Avrupa’da modern materyalist bir etki ama adı aydınlanma çağı olan bir hava vardı. Oysa Osmanlı dünyası, batılılaşma çabaları içerisinde, eski güçlü ve lider olduğu yılları geride bırakmış, bilimde ve teknolojide hayli yalpalar gibiydi. Tanzimatla birlikte sosyal ve zihinsel dünyası da karışmış, gelenekçilerle yenilikçiler daha doğrusu batılılaşma yanlıları ile gelenekçi dindarlar arasında ciddi çatışmalar başlamıştı. Yani yüzlerce yıllık medeniyetlerini yargılıyor, tartışıyor yeniden kurgulamaya çalışıyorlardı. Evrim kuramı (o yıllarda teoriydi) II. Meşrutiyet yıllarında Osmanlı sınırlarından içeriye girmişti. İçeriye girmişti ama henüz bir felsefe olarak tanımlanıyor, ders kitaplarında, biyoloji, tarih ya da Jeolojide yer almıyordu. Bir felsefi akım gibi Lamarkizmden, Darwinizmden bahsediliyordu sadece. Halbuki bu akımlar, aslında Alman yazar Buchner’in materyalizmin anayasası sayılan, madde ve kuvvet kitabının tüm etkileriyle birlikte, tanzimat aydınının heyecanla taşıdığı el kitabıydı.
Osmanlı coğrafyası aslında evrim ya da tekamül kavramlarına pekte uzak değildi, İhvan-ı safa risaleleri veya mutezile alimlerinden Cahız ve Nazzam bu tür canlılar dünyasındaki ilerlemeden maddeden canlıya, canlıda ilk basamak bitkiye, bitkiden hayvan ve insana hatta üstün insana ( insan-ı kamile) doğru bir geçişten bahsetmiş, Biruni Darwin’den tam 8 asır önce canlılığın devamında doğal seçilimi anlatmıştı. Fakat ne İbni Tufeyl’in ve İbnül Nefs’in Theologus Authodidacticus çalışmaları hiç yazılmamış, hiç okunmamış, hiç tartışılmamış gibi bu kavramlar, Osmanlı topraklarında sanki şimdi ilk defa duyuluyormuş gibi büyük bir heyecan ile aydınları etkisi altına alıyordu.
Bu ilk uyanışlar arasında Ali Suavi’yi, Suphi Ethem’i ve Ahmet Mithat’ı, Abdullah Cevdet’i görmek mümkündür. Bu aydınlar ve yazarlar toplumda evrime ait ilk bilgiler kadar evrimin yarattığı etkiyi de aktarmışlar, hatta kendileri de bilim-din çelişkisinde bilimselliğin heyecanını yeni batılı seküler hayat tarzını, materyalist kavramları ve bilimin güven verici anlaşılır tarzıyla Darwinizmi birleştirerek anlamışlardı. Belki de sadece Osmanlı ve yeni Cumhuriyetin okullarında ya da entellektüelleri arasındaki tartışmalarda evrim kavramını Darwinizme dönüştürende bu etkileşmeler ve zamanlama olmuştu.
19 yüzyıl sonlarında Ali Suavi; çıkardığı Ulum dergisi ile Osmanlı aydınına Büchner ve Haeckel gibi filozofları ve eserlerini, düşüncelerini aktarmış ve Osmanlı entellektüelleri üzerinde ciddi bir etki yaratmıştı. Genellikle evrim teorisinin 1872 yılında ilk defa Ahmet Mithat Efendi tarafından tanıtıldığı kabul edilir. Çok yönlü bir yazar ve düşünür olan Ahmet Mithat, çıkardığı Dağarcık dergisinde, Lamark ve Darwin teorilerine uzun uzun yer vermiş, Draper’in din ve bilim tartışmalarını, uzun bir değerlendirme yazısı ve önsözle yayınlayarak, o yıllarda bilimin, insanı ve insanın evrenle ilişkisini tanımlamada, dinden ayrı bir yeri olduğunu, kendisinin de bilime verdiği önemden dolayı evrim teorisini anlamaya ve anlatmaya çalıştığını vurgulamıştır. Şüphesiz Osmanlı Darwinizminin en önemli ismi Suphi Ethemdir. II. Meşrutiyet yıllarında Manastır’da Askeri idadide, doğa tarihi dersleri veren Suphi Ethem, öğrencilerine derslerde evrim kuramını anlatmaya başladığında büyük bir ilgi görmüştü. Daha sonraki yıllarda bu notları eklemelerle birlikte 1910 yılında kitap haline getirerek yayınlamıştı, üstelik diğer evrimciler gibi gelecek tepkilerden çekinmeden.
Suphi Ethem, kitabında Evrim kuramını ve yapılan eleştirileri anlattıktan sonra bu konudaki kendi fikirlerini de açıklamış, Eski ve Yeni Ahit’e göre hilkat ( yaratılış) ve tekamül nazariyelerine ait görüşlerini de anlatmıştı, yani o yıllarda tartışmaların tam ortasındaki isimdir. Osmanlıdaki ilk evrimcilerden bahsederken radikal temsilcilerinden birisi olarak Dr. Ahmet Cevdet’ten de bahsetmeden geçmek mümkün değildir. İttihat ve Terakki Cemiyetinin kurucuları arasındaki Ahmet Cevdet, önceleri İslam dini ile evrimi birleştirmeye çalışmış, sonraları daha makul orta bir yol bulmaya, çatışmadan çok anlaşmaya uygun bir tarzda akılcılığı öne çıkararak, kendi çıkardığı içtihad dergisinde materyalist görüşler arasında, gençleri etkilemeye çalışmıştı. Böylece Abdullah Cevdet ile birlikte bu evrimci düşüncelerle daha çok, hızlı bir yenileşme daha doğrusu batılılaşma çabası içinde olan Genç Türkler veya Jön Türkler de bu saflaşmada yerlerini almış, hemen evrimci bakış tarzını anlamaya ve anlatmaya başlamıştı. Bu saflar arasında bir Jön Türk olarak filozof Rıza Tefiği de saymakta fayda var. Fakat Rıza Tevfik daha çok sosyal Darwinizmden etkilenmiş, bu görüşleriyle farklı zamanlarda farklı sosyal çevrelerde, siyasi ortamlarda, bazen İttihat Terakki bazen de Padişah yanlısı hatta ayan meclisi üyesi olarak, sosyal Darwinizme ait makaleler yazmış, görüşler paylaşmıştır.
Gelenekçilerin karşı çıkmaları arasında birde materyalizm ile Darwinizmi birbirinden ayırmaya çalışan yaklaşımlarda bulunan aydınlarda olmuştur. Örneğin bu konuda öne çıkan, Lübnan doğumlu, Tasavvufi bir eğitim almış ve batı felsefesini de tanıyan Hüseyin el Cisr önemlidir. Cisr aslında Osmanlı hilafetinden ve sultandan yana siyasi bir duruşa sahip olsa da evrimi ele alırken, Darwin’i takdirle karşılamış, bir evrim olduğunu, özellikle yaratılışın kendiliğinden olmadığını ama evrimsel bir süreç geçirdiğini öne sürmüş sadece insanın atasının maymun olabileceği fikrinin bir hata olduğunu dile getirmişti. O dönemin etkili isimlerinden olan İsmail Fenni Ertuğrul, felsefede lügat hazırlaması ve makaleleri ile Osmanlı’da önemli bir yer tutarken, tasavvufi anlayışı ve tasavvufa dair yazıları ve kitaplarıyla da döneminin birçok konusunda olduğu gibi Darwinizm’i de ele almıştır. Aslında Osmanlı’nın yanında yani gelenekçi bir tavrı benimsemiş ve materyalizme birçok tenkit kaleme almış olsa da evrimi savunan hatta maymunların bizim amcazadelerimiz olacağını söyleyerek birazda latife yollu evrimcilik yapmıştır. Evrimin bildiğimiz gibi yavaş yavaş geliştiğini ama belirleyici olduğunu, birçok tartışılacak ara bölümleri olsa da hayatı açıklayan en önemli teori olduğunu özellikle anlatmıştır.
Evet değişen dünya değişen doğu ve batı ve değişen Osmanlı’da vatandaşlar kadar aydınlarda evrim düşüncesiyle değişen dünya paradigmaları karmaşasında karşılaşmış, kendilerini evrimi tartışmaktan çok materyalizmi, sekülarizmi, modernizmi, yenileşmeyi, batılılaşmayı tartışırken bulmuşlardı. Ne yazık ki bu günümüzde bile hala evrim, materyalizm tartışmalarından, ateizmden ayrılarak ele alınamamış, hem doğuda hem İslam dünyasındaki Darwin öncesi Darwinciler hep unutularak görmezden gelinerek bir evrim tartışması yapılagelmiştir. Oysa sadece biyolojinin değil, jeolojinin, arkeoloji ve paleoantolojininde gelişmesiyle artık uzun bir zaman içerisinde yeryüzündeki kanıtlarıyla evrimin nasıl gerçekleştiği açık bir gerçekliktir. Evrimi Darwinizm’den ayırarak ele alarak, hiçbir siyasi görüşe, dine veya bilime ait olmadan bir gerçek olarak görerek anlamaya çalışmak artık günümüze uygun en doğru yaklaşım olacaktır.