İslamlığın kabulünden önce Türk Ceza Hukuku’nungelişimiyle ilgili pek az kaynak vardır. Ancak Çin Hukukukaynaklarına dayanarak yapılan bazı değerlendirmeler bulunmaktadır. Türklerin İslamlığı kabulünden sonra ise İslam Hukukuyürürlükte idi. İslam Hukuku’nagöre herhangi bir şekilde öğrenilen kabahatleri başkalarına söylemek günahtı. Nitekim Kur’an-ı Kerim’inbazı ayet ve surelerinde başkalarının sırlarını koruma ile ilgili bazı hükümler vardır.
Osmanlılar’a kadar eski Türklerde hastaya karşı hekimin sorumlulukları vardı ve hekim, görevlerini yerine getirmezse sorumlu olurdu.
Hunlar ve daha sonra bunları izleyen Tabgac-Topa Hanları (MS 216-394), Avarlar (394-552), Tukyular (Göktürk Devleti) (552-745) veUygurlar gibi Türk devletlerinde hekimlik, usta-çırak şeklinde öğrenilir ve hekime büyük saygı gösterilirdi. Bu Türk devletlerinden Karahanlılar (840-1212) döneminde, ünlü vezirlerden Yusuf Has Hacip tarafından 1070’te yazılan Kutadgu Bilik’te bazı sosyal konularla birlikte hekimlerden de söz edilir. 73 fasıllık (kısımlık) ve 6 bin 500 beyitlik (dizelik) bu kitapta hekime en üst düzeyde yer verilmekte ve çalışkan, doğru ve fedakâr olması gerektiği belirtilmektedir.Otakçı (pozitif hekim) veefsuncu (ruh hekimi) gibi iki tip hekimden söz edilen bu kitapta deontolojik bazı bölümler vardır.
İslamiyet’ten önce Türkler çok Tanrılı bir dine, yani Şamanizm’e inanıyorlardı. Bu din, bir çeşit totemizm, başka bir deyişle doğa dini idi. Bu dinde gökyüzü, güneş, ay, yıldızlar, yeryüzü, hayvanlar kutsal bir varlık olarak kabul edilirdi. İnanışa göre, bunların her birinde bir ruh, bir melek saklıydı. Ancak Türklerin ruhlarında büyük bir mistikçilik vardır. Şamanizm’de önemli yeri olan Şamanlar, falcılık veya sihirsel ilaçlarla hastaları tedavi ederlerdi. Eğer sağlığa zarar veren sonuçlar olmuşsa, bunların cezalandırılmalarına gidilirdi. Türk devletlerinde hekimlik eğitimi, usta-çırak şeklinde olurdu ve hocalık yapan hekim, öğrencisini yetiştirerek onun hekim olmasını sağlardı. Türklerdeki mistisizm, onları tek tanrıya yöneltti ve hekim sorumluluğu dini hukuka göre değerlendirildi. Uygurlar,Tolunoğulları, Karahanlılar, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları’ndahastasına zarar veren hekim, sorumlu tutulurdu. Yine bazı hekimlerin ve fikir adamlarının yazdıkları kitaplarda hekim sorumluluğuna değinilmiştir. Orta Çağ İslam dünyasında ise İslam hukukunun en önemli kaynakları, Kur’ân-ı Kerim ve Hadisler idi. Bu kaynaklar, sağlık konularından söz etmelerine rağmen, direkt hekim sorumluluğu hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir. Bu kurallara göre, hastalarına bilerek zarar veren veya ölümlerine neden olan hekimler kısasa kısas cezası ile cezalandırılırdı. Ancak hekimin sorumlu tutulması için hastanın rızası ve hekimin ağır kusuru gerekirdi.
Orta Çağ İslam dünyasında tıbbi deontoloji anlayışı birçok tıp bilgininin eserlerinde görülmektedir. Antik çağlardan ve bu çağların bilimsel tıp anlayışını getiren eski Yunandan etkiler almış bulunan İslam Dünyası, Razi (854-932), Farabi (870-950), Biruni (973-1051) veİbn-i Sina (980-1037) gibi ünlü bilim adamlarının yazıları ile bu konuya verilen önemi belirtmektedir.
Bu ünlü bilginlerden Ebubekir Muhammed bin Zekeriya Razi (854-932)’nin 180 kadar kitabının en az beş tanesi deontoloji ile ilgilidir. Diğer bir tıp adamı olan Ebu Reyhan Biruni (973-1051) ise hekimin görevlerine ve tıp öğretiminin usta-çırak şeklinde olmasına değinmiştir. Bu bilgiler, Biruni’ninKitab al-Saydala adlı kitabında vardır. Orta Çağ’ın en büyük tıp bilgini İbn-i Sina ve değerli bilim adamı Farabi de eserlerinde bu konu ile ilgili pasajlar yazmışlardır.
Büyük Selçuklular döneminde yazılmış bazı kitaplarda ise deontolojik bilgiler görülmektedir. Semerkantlı hekim Nizam-i Aruzi’nin 1156’da yazdığı “Çehar Makale” adlı kitapta dört makale vardır ve bu eserde hekimlere de değinilmektedir. Bu kitaptan aldığımız şu kısa cümleler, o dönemin deontolojik anlayışını belirtmektedir: “Tabip (doktor), iyi huylu, şerefli, mantıklı bir kişi olmalıdır. İlaçların etkilerini ve hastalık belirtilerini iyi bilmelidir. Mesleğini bir üstattan öğrenmeli ve devamlı okumalıdır.”
Sonuç itibarıyla, Türk Tıp etiğine Türk yazarlar büyük önem vermişlerdir.