Toplumlar ve insanlar, giderek kategorilere ayrılıyorlar. Bizimkiler dediklerimiz, dostlar grubumuz. Ya digerleri, onlar ise ‘ötekiler’, ötekileştirdiklerimiz. Onlar düşmanlar, ‘onlara her türlü fenalık yapılsa doğrudur’ zihniyeti hakim.
Çocukluğumuzda, aşağı mahalle yukarı mahalle kavgaları ile büyüdük. Kavga neden çıkmış, sebebi nedir kimseler bilmezdi. Önemli olan, sebep ne olursa olsun karşı mahalleye saldırmak ve oradaki çocukları dövmekti. Büyüklerimiz anlatırlardı, Yunan gavuru, moskof gavuru diye. Camilerde cuma namazlarında, iyiliklerin yanında iki lafın arasında, komünizm ve siyonizmin kötülükleri anlatılırdı. İlkokul yıllarımızdan itibaren, aslında birilerinin bizim düşmanımız olduğunu kavramaya çalıştık. Ülkemizi işgal ederek pek çok zulüm ve kötülük yapan gerçek düşmanlarımızı anladık da, bunların yanında başkaları neden düşmanımızdı pek kavrayamadık.
Gençliğimizde, 60’lı yılların sonlarında, zamanın dünya eğilimlerine paralel olarak, ülkemizde de, sağ ve sol kavramı çıktı. Gençler kamplara ayrıldı. Yurtlar, mahalleler hatta sokaklar bile ayrıldı. Saldırılar, cinayetler birbirini kovaladı, derken 12 Eylül geldi. Ne olduysa oldu, terör bıçakla kesilir gibi birden bitiverdi. Ya sonra? Sonrası malum hikaye, bu sefer de başkaları yeniden bizleri düşman belledi. Kimileri, doğuda silahla, kimileri batıda, Avrupa Birliğinde siyasetle bizleri ‘ötekiler’ yani düşmanlar sınıfına koyuverdi. Günümüzde sağlıkta da nedense çalışanlar birbirlerine giderek daha fazla ötekileşiyorlar. Dahiliyeci, cerrah, laboratuvarcı ayırımı yıllardır var. Nöbet tutanlar, nöbeti olmayanlar, tam güncü, part-timeci ya da tamamen özel çalışanlar, maalesef diğerlerinin sorunlarını paylaşmak bir yana anlamak bile istemiyor. Neden? Çünkü onlar ötekiler.
Birilerini iyi dost, birilerini, daha az dost ya da düşman görmek insanın doğasında var. Önemli olan, iyi duyguların yanında diğer olumsuz duyguları törpülemek ve frenleyebilmekse, işte biz onu yapmalıyız.
Başkalarını ötekileştirdiğiniz zaman, eğer gücünüz varsa, koskoca ülkeleri bile işgal ediverirsiniz. Barış getireceğiz dersiniz, Irak’ta olduğu gibi milyonlarca insanın ölümüne neden oluverirsiniz. İşgal güçleri evlere girerler, tecavüz ederler, cinayet işlerler de, yönetici olarak, “Bizimkiler biraz abartmışlar” derseniz, olaylara tarafsız bakmamış olursunuz. Bilerek ya da bilmeyerek, bu arada gelecek olan olayların tohumunu da ekmiş olursunuz. Dünyanın pek çok bölgesinde olduğu gibi, ülkemizde de, teröristler, şehir eşkiyaları ve mafya bozuntularının sebebiyet verdiği olaylarda, pek çok can kaybedildi, pek çok ocaklar söndü.
Eskiler, “Yangına körükle gidilmez” derler. Bu nedenle toplum liderlerine, siyasetçilere, parti başkanlarına, sanatçılara, bilim ve spor adamlarına, yerel yöneticilere, özellikle medya çalışanlarına ve biz hekimlere çok büyük görevler düşüyor. Demeçlerimize, yazdıklarımıza, sarf ettiğiniz sözlerin, her kelimesine hatta her hecesine kadar çok büyük özen göstermeliyiz. Gazetelerde, TV dizilerinde, haberlerde, şiddeti, kanunsuzluğu, yolsuzluğu öven programlar yapmamalıyız. Çocuklarımıza ve gençlere davranışlarımızla örnek olmalıyız.
Zaten, hem dışarıda, hem içimizde, birileri bizleri devamlı kötülüyor, ötekileştiriyor, düşmanlık ediyor, devamlı aleyhimize çalışıyor. Bunları bilmek lazım. Uyanık olmak ve ona göre davranmak lazım. Zaten, hâlen güvenlik güçlerimizin yaptığı da budur. Ancak hiç olmazsa bizler, lütfen kendi kendimizi, yakınlarımızı, akrabalarımızı, hatta dostlarımızın bir kısmını ‘ötekileştirmeyelim’, etrafımızda hiç yokken yeni düşmanlar yaratmayalım.
Çünkü, ötekileştirmenin hemen arkasında terör, şiddet, hatta cinayet var. Hiç aklımızdan çıkartmayalım. Zira, cinayetleri işleyenler kadar olmasa da, sebep olanlar ve azmettirenler de suçludur.