İnsanoğlu şunu çok iyi bilmelidir ki, bu dünya hayatı sayılı günlerden ibarettir. Burası bir zevk ve eğlence yeri değil, ebedi ahiret hayatını kazanmak için insana “altın tepside sunulan” imtihan mahallidir. Zira Yüce Allah’ın bahşettiği “ömür sermayesiyle sonsuz olan ahiret hayatını kazanma fırsatı” insanoğluna altın tepside sunulan “en büyük armağandır.” Çünkü insanoğlu bu hayata gelmek ve imtihan olmak için herhangi “bir bedel/ücret” ödememiştir; aksine sayısız nimetlerle donatılmış, kendisi için özenle hazırlanmış dünyada yaratılmış, pek çok imkânla baş başa bırakılmış ve ondan da hiçbir ücret talep edilmemiştir.
Âyet-i kerimeler gayet açıktır.
“Gerçek şu ki, Biz insanı acı, sıkıntı ve imtihan [ile yüklü bir hayat]a gönderdik.”[1]
Şurası açıktır ki, daha önce bu dünyada yaşayan insanlar çok çetin imtihanlarla denenmiş, sarsılmış, büyük üzüntüler yaşamış ama muttakîler zorluklara karşı direnç göstermişlerdir. Kur’ân bu hususu şöyle haber vermektedir:
“[Ama] sizden önce gelip geçen [mü’min]ler gibi sıkıntı çekmeden cennete girebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Onların başına öyle ezici sıkıntılar ve kımıldatmaz darlıklar geldi ki ve öylesine sarsıldılar ki mü’minlerle birlikte Elçi de “Allah’ın yardımı ne zaman gelecek?” diye feryat ediyordu. Gözünüzü açın, Allah’ın yardımı [daima] yakındır!”[2]
İnsanoğlunun bu dünyadaki bulunuş gayesi, zorluklar karşısındaki duruşunun nasıl olacağı, neler söyleyip neler yapacağı ve hangi kararları alacağının tespitine yöneliktir. Bu konudaki ayetlerden bazıları şöyledir:
“Allah, [kendi yolunda] üstün çaba gösterdiğinizi ve zorluklara karşı sabırlı olduğunuzu görmedikçe cennete girebileceğinizi mi sanıyorsunuz?”[3]
“Mallarınızla ve canlarınızla mutlaka sınanacaksınız: Ve doğrusu, hem sizden önce vahiy verilenlerden hem de Allah’tan başka varlıklara ilahlık yakıştıranlardan birçok incitici söz işiteceksiniz. Ama eğer zorluklara sabırla katlanır ve O’na karşı sorumluluğunuzun bilincinde olursanız; bilin ki bu, azimle sarılınacak bir iştir.”[4]
“Siz ey imana ermiş olanlar! Zorluklara sabırla katlanın ve birbirinizle sabırda yarışın, [doğru olanı yapmaya] her zaman hazır olun ve Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyun ki mutluluğa erebilesiniz!”[5]
“Gerçek şu ki, senden önce [de] peygamberler yalanlanmıştır; ama onlar, Bizden yardım gelinceye kadar bütün düzmece ithamlara ve kendilerine yapılan bütün eziyetlere sabırla katlandılar: Çünkü hiçbir güç Allah’ın vaatlerini[n sonucunu] değiştiremez. Ve o peygamberlerin tarihleri hakkında şu anda sen de bilgi sahibisin.”[6]
“Ve Allah’la O’nun Elçisi’ne duyarlık ve bağlılık gösterin ve sakın birbirinizle çekişmeye girmeyin, yoksa yılgınlığa düşersiniz; cesaretiniz sönüverir. Ve zor durumlarda sabır gösterin: çünkü Allah, gerçekten, zorluğa göğüs gerenlerle beraberdir.”[7]
Güçlüklere göğüs germe gücünü veren Yüce Allah’tır. Ama şeytan, insanoğluna aksini tavsiye eder. ‘Pes et, ötenazi hakkını kullan ve kurtul bu acılardan. Nasıl olsa ölmeyecek misin?’ diye kışkırtır. Oysa mü’min, âyetin ne dediğine bakmak zorundadır.
“Öyleyse, [hakkı inkâr edenlerin söylediklerine karşı] sabır göster ve daima hatırla ki, sana güçlüklere göğüs germe gücünü veren yalnızca Allah’tır ve onlardan yana üzülme; hele onların o asılsız iddiaları seni hiç sıkmasın:”[8]
Azim ve kararlılık göstermekten imtina edenler her zaman işin kolayına kaçar ve kısa yoldan kurtulmayı diler, çoğu zaman Yüce Allah’tan ümit keserler. Oysa Kur’ân’ın tavsiyesi her bela ve musibete sabırla katlanmaktır. Ve insanoğlundan beklenen de asıl budur.
“Ey yavrucuğum! Namazında kararlılık göster, doğru ve yararlı olanı emret, kötü ve eğriden vazgeçir, başına gelebilecek her [belaya] sabırla katlan: bu, azim ve kararlılık gösterilmeye değer bir şeydir!”[9]
Görüldüğü üzere Kur’ân, insanlardan güçlü bir irade istemekte ve bunu yaparken de geçmiş peygamberlerin hayatlarından örnekler aktarmaktadır.
“[Ama sen, yine,] onların söyledikleri her şeye sabırla katlan ve güçlü bir iradeye sahip bulunan kulumuz Davud’u hatırla! O, her zaman Bize yönelirdi:”[10]
“Öyleyse [ey inananlar!] kalpleri azim ve kararlılıkla doldurulmuş olan bütün Peygamberler gibi sıkıntılara karşı sabırlı olun ve onlara sabırla katlanın….”[11]
Aynı şekilde Hz. Eyyüb’ün (a.s.) da sıkıntılara karşı sabırlı olduğunu Kur’ân şu şekilde haber vermekte, bunu övmekte ve bizlere örnek göstermektedir.
“…Gerçekten Biz o’nu sıkıntılara karşı sabırlı gördük: o, ne güzel bir kulumuzdu, daima Bize yönelirdi!”[12]
Kur’ân, ‘Özgürlüğüm kısıtlandı acılar çekiyorum’ diyerek ümitsizliğe kapılan, intiharı seçen ya da ötenazi hakkı isteyen kimseleri uyarmakta ve şu tavsiyelerde bulunmaktadır:
“Siz ey imana ermiş olanlar! Sarsılmaz bir sabır ve namaz ile yardım arayın: zira unutmayın, Allah zorluklara karşı sabredenlerle birliktedir.”[13]
“Sen, sıkıntılara karşı sabırlı ol, çünkü Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir. Ve şu [hakikati inkâr ede]nler için hazırladıklarımızı sana ister [bu dünyada] gösterelim, ister [bunların gerçekleşmesinden önce] seni ölüme götürelim, [unutma ki, sonunda,] onlar Bize döndürüleceklerdir.”[14]
“O halde sıkıntılara karşı sabırlı ol; çünkü Allah’ın vaadi mutlaka gerçekleşecektir, günahların için bağışlanma dile ve Rabbinin şanını sabah akşam yücelt.”[15]
“Bu nedenle, [sen ey iman eden], bütün sıkıntılara sabırla katlan”[16]
Ötenazi isteyen kişinin durumu “ilkelere” göre değil de “duygularına” göre karar verenin hâline benzetilebilir. Hakikatin bilgisine değil de keyfi arzularına uyanlar, şeytanın ya da şeytanlaşmış insanların telkinlerine kulak verenler ötenazi gibi yanlış kararlar alabilir. Nitekim ötenazi hakkı istemek ya da bunu savunmak kanaatimizce böyledir. Konuyla ilgili şu ayetlere bakalım:
“Ne var ki, zulüm işlemeye şartlanmış olanlar bir [hakikat] bilgisine dayanmadan kendi arzu ve heveslerinin peşinde giderler. Allah’ın [bu şekilde] saptırdıklarını kim doğru yola sevk edebilir ve [bu işte] kim onlara yardım edebilir?”[17] “Öyleyse Rabbinin hükmünü sabırla bekle ve onlardan hiçbir günahkâra veya nanköre uyma!”[18]
Öte yandan unutulmamalıdır ki gerçek erdem sahiplerinin bir özelliği de felaket, zorluk ve sıkıntı anında sabretmektir. Başa gelen sıkıntının ne zaman sona ereceğini sadece Yüce Allah bilir. İnsanlardan beklenen, Yüce Allah’a güvenmek ve sabırla bu zorluğu aşma iradesi göstermektir.
“…[Gerçek erdem sahipleri] söz verdiklerinde sözlerini tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir: İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar.”[19]
“Onlar ki, ne zaman Allah’tan söz edilse kalpleri saygı ve sakınmayla titrer; (onlar ki) başlarına gelen her türlü darlığa, sıkıntıya göğüs gererler; salâtta (hayatlarının her anında Allah’tan yana bir bilinç ve duyarlılık içinde olmakta) devamlı ve duyarlıdırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan başkalarına da harcarlar.”[20]
Sonuç olarak, Kur’ân’ın ortaya koyduğu ilkelere göre “ötenazi istemek ya da böyle bir hakkın var olabileceğini savunmak hiçbir şekilde mümkün değildir. Bu konuda kanaat belirtenler Yüce Allah’ın Kur’ân’da ne söylediğine parçacı/atomcu değil bütüncül gözle bakmak zorundadırlar. Aksi halde bir insan “bu sözde din adamlarının” dediklerine bakarak kendisine verilen yaşam hakkını “özgürlük” adı altında sonlandırmayı seçerse, bunu yapan kimse de buna imkân sağlayanların tamamı da ahirette büyük vebalden asla kurtulamayacaklardır.
[1] el-Beled 90/4.
[2] el-Bakara 2/214.
[3] Âl-i İmrân 3/142.
[4] Âl-i İmrân 3/186.
[5] Âl-i İmrân 3/200.
[6] el-En’âm 6/34.
[7] el-Enfâl 8/46.
[8] en-Nahl 16/127.
[9] Lokman 17.
[10] es-Sad 17.
[11] el-Ahkâf 35.
[12] es-Sad 44.
[13] el-Bakara 2/153.
[14] el-Mü’min 40/77.
[15] el-Mü’min 55.
[16] el-Mearic 5.
[17] Rum 30/29.
[18] el-İnsân 24.
[19] el-Bakara 2/177.
[20] el-Hac 22/35.
2 yorum
Değerli Hocam, o kadar güzel bir yazı olmuş ki, Sizi can-ı gönülden tebrik ediyorum…Yazdığınız her kelime her cümleye birebir katılıyorum..Ancak kafama bir soru takıldı okuduktan sonra. Benim babam 2020’de Pankreas Teşhisi ile vefat etti. Doktoru tümörün çok riskli bir yerde olduğunu, ameliyat olsa dahi en fazla 6 ay yaşayabileceğini söyledi. Babam da “ameliyat olmazsan da 2,5 ay yaşarsın” demesiyle, 6 ay için kendimi kestirmem deyip tedaviyi reddetti. ve gerçekten de tam doktorunun dediği süre içinde vefat etti. Şimdi sorum şu ki, tedaviye hayır demek de bir çeşit ölümü istemek midir, yoksa kadere teslim olmak mıdır?
Merhaba Ebru Hanım,
Babanızın tedaviye cevap vermemesi diye bir şey söz konusu değil.
Babanız bir tercihte bulunuyor.
Ameliyat olmadan iki buçuk ay yaşamak mı?
Ya da
Ameliyat olup bir sürü acılar çektikten sonra 6 ay yaşamak mı?
Babanız birinciyi tercih ediyor ve ömrünün son iki buçuk ayını ameliyat olmadan yaşıyor.
Dolayısıyla bu zor bir karar.
Geçen gün ben de aynı konuyu düşündüm.
Bir arkadaşım Pankreas kanseri oldu.
Ben olsam ne yapardım. Ameliyat olur muydum. Dedim..
Ve babanızın yaptığı tercihi yaptım. Siz de bugün bana tam da bunu sordunuz..
O yüzden babanıza Allah rahmet eylesin.
O tedaviyi reddetmedi. Tercih yaptı..
2014 de Eyüp isminde bir başka arkadaşım ileri evere kanser olmuştu. o, ameliyatı tercih etti.
Son aylarında gerçekten çok büyük acılar yaşadı. Keşke ameliyat olmasaydı dedik.
O nedenle babanız daha az acılar yaşayarak bu dünyadan ayrıldı. tercihiyle kaderini öyle şekillendirdi… Selam ve dua ile